
Papirüsün en parlak döneminde ise ona zorlu bir rakip türemişti. Parşömen! Eski Mısır’ın İskenderiye kentindeki İskenderiye kitaplığı uzun yıllar boyunca dünyanın en önde gelen kitaplığı oldu. Fakat bir süre sonra bir başka kitaplık, Anadolu’daki Bergama kenti kitaplığı onunla yarışmaya başladı. O sırada hükümdarlık eden Mısır Firavunu, Bergama kitaplığını acımasızca cezalandırmaya karar verdi ve ülkesinden papirüs gönderilmesini yasakladı.
Bergama hükümdarı da buna karşılık şöyle bir önlem düşündü: Yurdunun en usta adamlarını yanına çağırıp koyun ya da keçi derisinden papirüs yerini tutacak ve yazı yazmaya yarayacak bir madde hazırlamalarını buyurdu, işte o günden sonra Bergama dünyaya parşömen satan bir yer haline geldi. Yunanca “pergament” adını alan Parşömen, doğduğu kentin (Pergamon) adını alarak böyle icat olmuştu. Kısa bir süre sonra Parşömenin katlanabileceği ve defter haline getirilebileceği anlaşıldı. Ayrı ayrı yapraklardan dikilmiş kitap da böyle ortaya çıktı.Zamanla Mısır’da Papirüs daha az üretilmeye başlandı. Hele Araplar Mısır’ı aldıktan sonra Mısır’dan Avrupa ülkelerine olan papirüs gönderilişi büsbütün durdu. İşte ancak o gün parşömen kesin bir zafere ulaştı.[1]
Mısır’ın yüce hükümdarı, farkında olmadan bir gelişmeye yol açmış. Zaten böyledir, otorite ancak farkında olmadan gelişmeye, ilerlemeye yol açar. Kendi ülkesindeki kitaplığın ihtişamına erişir diye korkmuş yüce hükümdar hazretleri ve yasaklamış papirüs ihracatını. Çok isabetli olmuş, böylece parşömen doğmuş Bergama’da.
Çağımız, teknoloji / bilişim / bilgisayar / uzay / depresyon çağı. Adı ne olursa olsun, çok özgür olduğumuzu düşündüğümüz bir çağda yaşıyoruz. Acaba papirüs ihracatını yasaklayan hükümdarın mezarını yapan kölelerden daha fazla özgür müyüz? Önümüzde daha fazla seçenek var diye daha mı özgürüz yani? Sadece, artık kralların anıt mezarlarını yapmıyoruz, şimdiki krallar o kadar mütevazı değil çünkü.
Bir yanılsamalar çağında yaşıyoruz aslında. Görsellik, medya, televizyon, internet. Her şey bize daha fazla bilgi sunmak için, değil mi? O kadar fazla, gereksiz ve eksiltili bir bilgi bombardımanı ki bu özgürlük, gerçeği görmemizi engelliyor. Gerçek gözümüzün önünde ama ışık başka yerlere tutulduğu için karanlıkta kalıyor gerçek, o ebedi mekanında. Irak’ta savaş (işgal) olduğunu hepimiz biliyorduk ama o kadar umrumuzda değildi doğrusu. İşkence “görüntülerini” gördüğümüzde aklımız başımıza geldi.[2] “Aaa, ne kadar kötü!! İnsanlık dışı bu!!” Hayır efendim bizim, hepimizin yaptığı insanlık dışı: görmezden gelmek!! Görüntüyle gelen duyarlılığımız da reklamlara kadar sürüyor en fazla ya da bir sonraki habere kadar. Orada bir yerde savaş olduğunu hatırlamak için görmemiz gerekiyor. Asıl sorun şu ki unutmamak için ne yapmak gerekiyor? Ya da gösterilmeden görmek için?
İnsan, her çağda insanlığından uzaklaştırılmaya çalışılmıştır herhalde ama bu çağdaki kadar başarılı olunmuş mudur bilinmez. Belki bu da bizim yanılgımızdır. Mağara duvarlarına bizon resmi çizen “sanatçı” da böyle düşünüyordu belki. Bilemiyoruz. Ancak şunu biliyoruz ki edebiyat denilen “şey” unutmamak için ve gösterilmeden görmek için var. Işığın tutulmadığı yerleri görmek için. Sevgilinin yüzünü anlatmak için de var, ekrandaki paramparça çocuğun yüzünü anlatmak için de. pArşömen de bunun için “olmak” istiyor. Işık tutulmayan yerleri görmek ve göstermek için mesela. Ya da sadece “olmak” için. Sadece gürültüyü, karmaşayı arttırmak için. İnsan için. Çünkü insan, “insan”a ne kadar yaklaşırsa mutluluk da o kadar yakınlaşacak belki.
Şairin bildiği gibi “siviller de birbirini vurdu / Susarak”[3]
Biz susmak istemiyoruz!
Parşömen
[1] Tuba Özgür, İnsanoğlunun Varlığının Kanıtı: YAZININ İCADI.
[2] Irak’ta işgal başladıktan yaklaşık bir yıl sonra ilk işkence görüntülerini gördüğümüzde hatırladık savaşın nasıl olabileceğini.
[3] Hüsnü Arkan, Hiçe Doğru (2005), Seyhan Kitap, s. 27.
hafızamızı yitirdik!!! her durumun kendine özgü içsel ve dışsal koşulları vardır, bu doğru. ancak her bir durumu, biricik olarak ele alamayız. tarihsel olanla,diğer durumlarla ve tüm içsel ve dışsal koşullarla olan bağlamını yitirdiğimiz an, hafızamızı da yitiriyoruz.Marks\’ın da dediği gibi;hepimiz,tarihin yapıcılarıyız.ancak,kendimizi birer özne olarak konumlandırmadığımız sürece,hafızasız birer kum taneciği gibi savrulup duracağız;postmodern teorilerin iddia ettiği gibi.kum tanesi olmayı REDDEDİYORUM!