4548f-tumblr_m6hwjmzf5r1r648w2o1_500

Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür! İnsan unutur. Bu konuda acımazsızdır, diğer pek çok alanda olduğu gibi. Bazen unutmak unutulan şeye, unutulan kişilere, “insan”a vefasızlıktır. İnsan olmanın bir gereği de tarih boyunca haksızlığa uğramışları hatırlamaktır.

“İnsan”a yapılan büyük bir zulümlerden biri 15 yıl önce Sivas’ta yapıldı, hepimizin bildiği gibi.

Yazının başlığı usta yazar Cemil Kavukçu’nun bir kitabına adını veren güzel bir öyküsü. Sivas Katliamından önce yayınlanmış; zaten öykünün Sivas’la ya da katliamla da bir ilgisi yok. Ama bu başlığı ilk gördüğüm zaman aklıma hemen Sivas Kıyımı gelmişti.

Bazı sözcükler, şehirler, aylar kirlenmiştir. Bunları duyduğunuzda artık o ay ne kadar güzel bir yaz ayı olsa da, o şehir içinde acı tatlı anılarınızın olduğu güzel bir şehir de olsa sizin içinizde nefret uyanır, korku uyanır, öfke uyanır. Sarsar sizi. İşte bu yüzden “temmuz suçlu”.

Hani geçmişten bazı sahneler, kokular, renkler aklınıza mıhlanır ya; zaman geçse, anılar silinse de bazı görüntüler aklınızda kalır. Çocukluğumdan kalan ve aklımdan çıkmayan bir görüntü de bir otelin etrafını sarmış öfkeli adamlar, ateş, bekleyiş… Televizyonlar saatlerce “durumu aktardılar”, “gelişmeleri ilettiler”. İşte bunlara şaşkınlıkla bakan ben, “o kadar saat geçiyor, bir çaresini bulurlar, bu kalabalığı dağıtırlar” diye düşünmüştüm çocuk aklımla. Mantıklı olan ve olması gereken de oydu. Daha sonraları okuduğum üniversiteye gelen ve iki lafı bir araya getiremediğini gördüğüm Milli Şef’in oğlu Erdal İnönü’yü hatırlıyorum televizyondaki görüntülerden. Sonucu biliyorsunuz, hiçbir şey yapılmadı. 20.000 kişiye yaklaştığı söylenen grup, oteli ateşe verdi ve taşladı, sloganlar eşliğinde. Geride 33 aydın, yazar, sanatçı, şair, müzisyen ve 2 otel görevlisi ve oteli ateşe verenlerden iki kişi ya yanarak ya da dumandan zehirlenerek hayatını kaybetti. Aydınına, sanatçısına “entel” diyerek küçümseyen bu topraklar bir aydın katliamına daha imza attı. Kimileri yaktı, kimileri izledi. Sonuç: 35 can.

Katliamların, zulümlerin suçunu şehirlere, aylara yüklemek ne kadar doğruysa olayların faili olarak kalabalığın arasından seçilenlerin, sadece bunların suçlu bulunması da o kadar doğru. Aydınına, farklı olanına, ötekine berikine düşman gözüyle bakmaya alıştırılmış ve dahası desteklenmiş insanlar bu olayların yalnızca görünen yüzü. Yani onlar mazotu döküp kibriti çakanlar, taş atanlar, Allahları adına slogan atanlar…

Linç kültürünü besleyen anlayış bitirilmedikçe bu olaylar da bitmiyor. Yakın zamanda Trabzon’da, Sakarya’daki linç girişimleri bunun en büyük göstergesi. Dahası sessiz çoğunluk. Yani tüm bu yaşananlara gıkımızı çıkarmayan bizler…

Medyadan takip ettiğimiz kadarıyla bazıları Madımak Oteli’nin müze yapılması isteğine, bunları unutmamız gerektiği gerekçesiyle karşı çıkıyorlar. Tek başına müze yapmak hiçbir şeyi çözmeyecektir elbet. Tek başına müze, unutmamızı da engellemez belki. Ancak tarihindeki her türlü yıkımı, savaşı, barbarlığı, şanlı şerefli zaferlere, kahramanlık öykülerine dönüştürüp fetih olarak kutlayan zihniyet anlamak istemiyor: Yaralarımızla yüzleşmeden travmalarımızı atlatıp normal yaşama dönmemiz imkansız. Yüzleşmenin mecburu da unutmamak, konuşmak ve üstüne gitmek yaraların.

Yazı için fotoğraf seçerken de aklıma kazınan başka bir görüntüyü seçtim. Üç adam, merdivenlere oturmuş bekliyorlar, neyi?

Onur Çalı