8cafb-filedelfiya-hikayeleri

Taşrayı tek bir sözcükle özetleyecek olsak, o sözcük kasaba olurdu. İlçe, köy ya da başka bir şey değil; kasaba. Filedelfiya da, adı size fiyakalı gelebilir ama şuursuz gençliğin Marmaris ressamı olarak bildiği Bay Netekim’in de doğum yeri olan kasabanın kadim adıdır. Üzüm bağlarıyla maruf Alaşehir’in yani. Kitapta, kardeş şehir Filedelfiya’nın adının kullanılmış olması bir Pergamon’lu olarak bana hiç garip gelmemekle birlikte, bu tercihte yukarıda andığım kirlenmenin de payı olabilirmiş gibi geliyor. Nitekim mahallenin ahlak imtihanı haline gelen Reyhan Teyze’nin hikayesinin anlatıldığı ilk bölümdeki anlatıcı şöyle bitirir anlatıyı: “Bir gün Kenan Evren kadar ünlü olursam, bir çocuk büyüdüğüm eve bakıp tüm milleti kandırdığımı düşünebilir,” dedim ve kendi kendime güldüm. Karnım acıktı, annemin benim için mutfakta, üstü beyaz muşamba örtülü masanın üzerine çakır pidesi bıraktığını hatırladım. Paspasın altından anahtarı alıp eve girdim.”

İşte böyledir kasaba, ona açılan kapının anahtarları her an paspasın altından çıkabilir. Bu yüzden Yeşim Erdem’in ilk kitabındaki anlatılarda taşranın tek bir zaman boyutuna değil, en az birkaç on yıllık bir zaman dilimine şahit oluyoruz.

Anlatı, çok post-modern bir çağrışım yapıyor belki ama kitapta bir tür açıklaması olmamasından, bu anlatıların aslında klasik öykü çizgisine yakın olmalarına rağmen hem birbirleri arasındaki geçişlerin varlığından hem de kitabın bütününün bir roman havasında olmasından yararlanarak anlatı diyeceğim ben bu kitaba.

Kitap biri daha uzun olan dört anlatıdan oluşuyor. Kasaba öyküleri, deyip işin içinden çıkmak hem yazara hem de bize haksızlık olur. Bunlar kasabada(n) geçen ve kasabayı kuşatan öyküler ama bununla sınırlı da değil. Yine de Filedelfiya Hikayeleri ile birçok başka eser arasında, taşra-nostalji anlatısı olmaları bağlamında, akrabalık kurulabilir. Taşrayı ya da nostalji duygusunu çok iyi anlatan bir çok eserle kurulabilir bu akrabalık; ama benim aklıma ilk hücum edenler Şükran Yücel’in Ankara Mon Amour’u ile B. Nihan Eren’in Yavaş’ı oldu.

Anlatıların hepsi Filedelfiya’nın Bahçelievler Mahallesini kullanıyor mekan olarak. Mahallenin farklı zamanlarında, zaman içinde değişen ve değişmeyen yerlerinde dolanıyoruz ve aynı kişileri farklı anlatılarda görüyoruz. Kan bağları olmasa bile kasabaların o birbirine benzeyen ve ortaklık dolu tarihleri yüzünden bir nevi akraba olmuş kişiler bu anlatılar arasında dolaşıyor.

Mahallenin Kadınları Yani Herkes

Yazarın, özellikle annesine olmakla birlikte Bahçelievler Mahallesinin tüm kadınlarına ithaf ettiği kitapta gerçekten de kadınlar çok önemli bir yere sahip. Özellikle “Kötü Adam” ve “Abim”de ana karakterlerin cinsiyetleri erkek olsa da aslında kadınlar baskın bir şekilde seslerini duyuruyor. Kadınlar arası ilişkilerin bütün karmaşıklığı ve yalınlığını duyuruyor yazar bize. Anne-kızların, kız kardeşlerin, kuzenlerin, yengelerin, “iffet kadınları”yla Reyhan Teyzelerin ilişkilerindeki ayrıntıları eril bir dile düşmeden ama acımasız bir gözlem gücüyle yorumlar ve bize anlatırken ne bir dişil güzelleme içerisine ne de her şeyi bilen anlatıcı rolüne giriyor Yeşim Erdem. Her iyi edebiyatın yapacağı gibi gösteriyor sadece. Gösterilenin içindeki ve ardındaki boşlukları da biz okurların doldurması gerekiyor.

Kadınlar baskın bir şekilde yer alsa da bu kasaba dünyasında, erkeğe özgül olan birçok durumla da yüz yüze geliyoruz. Anlatının kadınları ile erkekleri birbirlerini tamamlıyorlar; kadınların anlatımındaki boşluk, erkeklerin kadınlarda bıraktıkları boşluk ile aynı aslında. Söz gelimi, “Boyacı”daki naif boyacıyla birlikte -ki kitapta yine başka bir bölümde karşımıza çıkan, anlatı içinde gezinen karakterlerden biri- boyadığı evin kadınlarını izlerken, yaşananları eş zamanlı olarak kadın ve erkek bakış açısından okuma şansına sahip oluyoruz.

“Kötü Adam”da, İbrahim’in kendi ağzından nasıl kötü bir adam olduğunu dinlerken aslında onun hayatındaki kadınların kederini ve kaderini de okuyoruz:

“[İ]tibar görmek isteyen bir diğer allahın kulu da, karım Dicle. Adliye’de çalışıyor. Hani davalarda sürekli çat çat daktiloyla söylenenleri yazan kadınlar var ya, onlardan biri. Tutanak tutuyorum diyor sorulduğunda ciddi ciddi. Ben de “Abartma” diyorum, “elalemin her dediği boku yazıyorsun. Kadın kocasına ‘sus gözün kör olmayasıca’ dese onu yazıyorsun, yaptığın şey bu” diyorum. Üzülüyor. O zaman ben de üzülüyorum. Ama öte yandan kimse onun yaptığını bir bok sansın istemiyorum. Uzun süre, arkamda babam ve onun bağları varken, etrafta “Karımı asla çalıştırmam,” şeklinde atıp tuttuktan sonra bu durumu zor hazmediyorum zaten, bir de sanki hakim olmuş gibi saygı görsün istemiyorum.”

Kasabaların Ortak Adı: “Sıfır Kenti”

Kasabada doğmuş ve çocukluğunu orada geçirmişlerin içinden çıkamadığı şeylerden biridir kasabadan daha erken ya da geç çıkılsaydı bir şeyin değişip değişmeyeceği sorusu. “Abim”de, kasabadan kaçabilmiş olan kız kardeşin, annesinin ölümü üzerine muhtemelen son kez geldiği kasabasında yaşadıkları, hissettikleri belki de kasabadan çıkışın mümkün olmadığını doğrular. İzmir’e ya da Seattle’a kaçmak bir şeyi değiştirmez; Sıfır Kentiniz peşinizi bırakmaz.

Başlı başına bir roman olabilecek malzemeyi barındıran kitabın en uzun ve son anlatısı “Abim”de abisinin eşcinselliğini kabul etmesi ve açıklaması için uğraşan kız kardeş, biraz da Sıfır Kenti’nden kaçabilmiş olmanın verdiği dışarıdan bakış ile ailenin geçmişini hem kendi içinde hem de diğerlerinin de yüzleşmesini sağlayacak biçimde, sesli olarak didikler; sanki abisi bir türlü açıklayamadığı eşcinselliğini açıklarsa, artık değiştiremeyeceği şeylere karşı bir zafer kazanmış olacaktır.

Filedelfiya Hikayeleri, Türkiye’nin ilk feminist yayınevi Ayizi’nin yayınladığı ilk edebiyat eseri ve yazarın da ilk kitabı. Yazara ve Ayizi’ne devamını dileyerek, yayınevine küçücük bir öneri: Yazı puntosu biraz daha büyük olamaz mıydı?

Onur Çalı