
Babam eve yüzlerce insanın kokusuyla gelirdi. Gelir gelmez tuvaletin içindeki çeşmeye takılan duşla yıkanırdı. Sonra ders çalıştığım odaya girer beni kucaklar, işte, derdi, işte günün en güzel kısmı. Burnunu boynuma dayayıp uzun uzun iç çekerdi. Kendimi bildim bileli, o emekli olup annemle buradan, birlikte yaşadığımız şehirden gidene dek, işten döndüğü her gün beni kucakladı.
Onları küçük bahçeli evlerinde günlerini mutluluğun resmi gibi tükettikleri o kıyı kasabasından, yaşadığım kente çağırdığımda da babamın okul günlerimde odama girdiği gibi sessizce evime gelip beni kucaklayacağını, kokumu içine çekeceğini düşlemiştim. Sonra da yanımda çekingen duran sevgilimi bağırlarına basıp kendi kızları gibi seveceklerdi. Öyle olmadı. Vicdan azabı çeken bir suçlu gibi geçti kapımdan. O gün bugündür, evime girer girmez oturduğu kanepeden kalkamadı bir daha. Sevgilim acıya dayanamadı, çekti gitti.
İşten yeni geldim. Yatağından bana, ne düşünüyorsun, diye sorar gibi bakıyor. Eve döndüğümde elimi alnına koyup, nasılsın babacım, demekle yetiniyorum yanıt alamayacağımı bile bile. Bir türlü öpemiyorum onu. Eski günlerdeki gibi yüz insan… Daha da ağır kokuyor sanki. Ağlayabilse hiç durmayacak. İçi kapkara… yağmurlu havaların gökyüzü… bulutlar koyu gri… bir o yana bir bu… yerinde duramıyor yağmur bulutları… kabarıyor. Fırtına… Yeryüzü toz toprak içinde. Yüzümüz gözümüz doluyor. Ölene dek ağlamayacak, biliyorum. Ağlasa, toz toprak basılacak, acımız azalacak. O günden beri tek göz yaşı yok. Kaskatı. Ben daha iyiyim. Günlerce, ağlarken kafamı duvarlara vurdum.
Yalnız ilk gün, yoğun bakımın önünde haber beklerken konuştu. Anlattı. Umut, anlamlı kılıyordu yaşamayı, yaşama ilişkin her şeyi. Taa ki, içeriden gözlerinin altı çökmüş, dudaklarının kenarındaki çizgiler aşağı doğru uzamış bir doktor bize doğru yürüyünceye kadar. Hiç susmadı hep anlattı.
Sabahları erkenden gözlerini açar uzun uzun birbirlerine sarılırlarmış. Orda çok arkadaş edinmişler. Akşamları toplanıp mangalda balık yapıp rakı içerlermiş. Annem hala yirmi yaşındaki kadar güzel, yirmi yaşındaki kadar güleç, mutlu… Hiç acı görmemişler ki… Ben de onlara hep sevinç, hep yaşam kaynağı olmuşum. Doğduğum günden bu yana… Oysaki ne mutsuzluklarım olmuştu. Belediye otobüslerinde şoförlük yapıyor babam. Her yerde bu soru sorulur babanız ne iş yapıyor belediyede şoför. Bazısı sessiz kalır bazısı sorar çöp arabalarında mı hayır belediye herkesin babası müsteşar herkesinki genel müdür dışalımcı dışsatımcı neden her yerde bu soru ne iş benimki şoför çabuk atlattım gene de kendim gibi olanları bulmayı onlarla bir arada olmayı öğrendim aştım onlara sevinç kaynağı doğru mutsuzluklarım içinden bildim sıyrılmayı onlar da bildiler emekli paralarıyla deniz kenarında ev iki göz oda bahçesi de var daha ne istesinler bahçelerde gül mine karagöz girgineler yetişir annem o yaşta akşamdan kalmaysa sabahları bir gül koyarmış yastığına gül kokusuyla uyanır gül gibi gülermiş ona elli yaşında olduğuna bakmayayım çok taze bahar güller gibi açılır sabahları geceleri çok sevdim onu oğlum çok sevdik seni hep beni anar anlatırmış işveli neşeli anaç kimselere benzemezdi benim annem herkeslere benzerdi babam belediyede şoför bambaşka annem mahalleli ne derse dersin umursamamış otobüste tanışmışlar inen binen binlerce kişiden ilkmiş ona ay gibi gülümseyip insan gibi selam veren bir annem öyle tanışmışlar o gün otobüsten inince babam demiş hanımım artık paramız çok oğlumuz büyük adam taksiye binelim iki dakkada evdeyiz yok demiş annem ayak diremiş kader çekmiş ecel çekmiş nereden bilecek bilse biner mi binerler mi nasıl olur aklı almıyor yirmi yıl bu işi yaptım ben aynalardan görürsün ineni bineni basamakta adam var mı yok mu bile bile yaptı orospunun çocuğu elinden almasalar oracıkta kuş gibi koparıverecekti boynunu reçel çantası varmış elinden bırakmamış çok severdim çilek reçelini beş kavanoz çilek reçeli sevgilime gelecekte karım olacakmış ya gösterecekmiş hünerlerini anlatacakmış beni nasıl el bebek gül bebek büyüttüğünü reçel çantasının sapına yapışmış sıkı sıkı zor açmışlar avcunu başka kadındı annem reçel yaparken Babalar ve Oğulları okurdu on dört yaşımdayken bana da oku derdi birlikte ağladık Bazarov’a benim annem başkaydı kimse sormazdı annemi herkes ne iş yapıyor baban belediyede şoför oğlum oğlum yıllarca yaptım ben bu işi kimseyi incitmedim şuncacık bu adam yere batasıca ne istedi bizden ne heyecanlıydık bilsen taksiye binelim dedim hayır olmaz dedi para gerek bize benden para alamazmış durmadan belediye otobüsü evin tam önünde duruyormuş babam ne çabuk unutmuş belediyeden ekmek kazandığı yılları doğrusu bu ya oğlum kolay iş değildi emekli olduğum gün bir daha binmeyeyim şu merete dedim anneme dinletememiş babam illa para verdirtmeyecek taksiye ben ona atla gel ben veririm parasını sizi karşılayınca dediydim kader çekti o güzelim küçük bahçeli ev akşamları balık rakı ara ara deniz kıyısında yürüyüş yazları her gün dalgasız deniz sıcak kumlara basa basa koşup kendini serin sulara bırakıvermek bırakılır da kadere gidilir mi akıllı kadındı benim annem kanmazdı kimselere annem benzemezdi kimselere kadere nasıl kandı şimdi yener onu doktor şu kapıdan çıkar kurtuldu daha uzun yıllar yaşar hiçbir şeyi kalmaz bir haftaya der mi bilmiyorum babam beni arayınca konuşamıyordu yalnız çabuk gel dedi geldiğimde eli ayağı tutmaz yatıyordu sedyede beni görünce sarıldı sapsarıydı organsız bir gövde iskelet gibi sallanıyordu sarsılıyordu sarılırken anlatamadı ne olduğunu bölük pörçük yarım yamalak cümleler şimdi bir gün bir yıl on yıl yirmi yıl hepsi birbirine karıştı anlatırken yalnız şöyle dedi kafası tekerin altında saçlarını bir gün papatya bir gün melisa suyuyla yıkadığı saçları kıpkırmızıymış kandan yüzü onunki değilmiş artık onca yıllık karısı değil bambaşka bir bedenmiş babam önden inmiş arkasını dönüp sevgilisinin annemin kimselere benzemezin elini Bazarov’un annesine üzülürdü en çok elini tutacakmış ki havada kalmış orospu çocuğu aynalara bakmamış baktıysa da kana susamış basmış gaza tutamamış tutamamış gaza basılırken sağ ayağı yerdeymiş babamın sağ kolu havadayken annem otobüsün kocaman arka tekerinin altında
Bir daha hiç konuşmadı babam, ben işten gelinceye dek gökyüzüne baksın diye camın önüne çektiğim sedirden hiç kalkmadı, yüzlerce insan kokusu üstünden silinene dek.
O akşam eve varıp anahtarı sıkıntıyla sağa çevirince içeriden, çok hafif olabilecek yaşamımı ağır bir karabasana çeviren kokunun gelmediğini ayrımsadım. Yüreğimin atışı hızlandı. İnsan karabasanlarını bile kaybetmekten korkuyor. Karanlık koridordan geçtim, salonun kapısını açtım. Babam uyuyordu. Birkaç lokma atıştırayım dedim, canım hiç çekmedi. Tekrar salona geçtim, fısıltıyla, baba, diye seslendim. Karşılık gelmedi. Neyse, rahatsız etmeyeyim dedim. Koltukta uyuyakalmışım. Uyandığımda sabah ezanları okunuyordu. Her sabah ezanında gözlerini açmış, bir şeyler mırıldanır olurdu babam, dudakları oynardı. Baktım, ses yok, yaklaştım omzunu tutup sarstım. Oralı olmadı. Anladım.
Melike Uzun