Kerem Işık’la MSN üzerinden yaptığımız söyleşiyi, ufak tefek yazım hatalarını düzeltmek dışında hiç müdahale edilmemiş haliyle okuyabilirsiniz.
Söyleşinin kısaltılmış bir versiyonu, “Kerem Işık’la bir MSN söyleşisi” başlığıyla Kitap-lık dergisinin 161. sayısında da yayımlanmıştır.
Onur Çalı
onur çalı: başlayalım mı?
Kerem ISIK: ok,
onur çalı: gerçi zaten başladık gibi de
Kerem ISIK: 🙂
Kerem ISIK: Aynen
Kerem ISIK: başladık sanki.
onur çalı: Özlem’le Öykü nasıllar? İşin nasıl gidiyor? Ordan başlayalım.
Kerem ISIK: Özlem’le Öykü iyiler, Öykücük büyüyor, iki yaş krizinde kendisi 🙂
onur çalı: 🙂
Kerem ISIK: gerçi iki buçuk yaşına girdi ama
onur çalı: Geçenlerde bir yerlerde okudum, 3 yaşında çocuklar da depresyona girebiliyormuş
Kerem ISIK: tabi tabi, Öyküye bakan Tülay Teyzemiz var, o bu sabah şöyle bir şey dedi: ‘Öykü’nün psikolojisi mi bozuldu acaba,’ diye sormuş birisi de o da ‘Şuncacık çocuğun ne psikolojisi olacak’ demiş 🙂 ama o da küçük insan işte, var elbette duyguları, psikolojisi
onur çalı: Olmaz mı?
Kerem ISIK: her şeyi ben bilirim ben yaparım modunda bu aralar
onur çalı: 🙂
Kerem ISIK: küçük ergen 🙂
onur çalı: İzmir’de havalar nasıl, özledim memleketimi
Kerem ISIK: bu sene çok soğuk oldu ya, hani bütün kışı kar altında geçiren yerlerde yaşayanlar bu da laf mı falan diyebilir belki ama hafta sonu Kütahya’daydık mesela, epey kar vardı ama hiç üşümedim desem yeridir
Kerem ISIK: hala da soğuk ama biraz düzeldi sanki
onur çalı: Evet o öyle. İzmir’in havası üşütüyor. Ben de Ankara’da daha az üşüyorum sanki.
onur çalı: Abi burdan devam edelim, hazır İzmir demişken..
onur çalı: Ben de Bergamalıyım, İzmirliyim. Yabancısı olduğum bir yer değil ama sana sormak istiyorum: İzmir’de öykü yazmak, İzmir’de yaşıyor olmak senin “edebiyat dünyası” denilen şeyle ilişkini nasıl belirliyor?
onur çalı: Ne farkları, güzellikleri ya da olumsuzlukları vardır?
Kerem ISIK: Aslında İzmir’de olmak çok da etkilemiyor yazdıklarımı, yani içerik anlamında, elbette ki dolaylı yoldan etkilemiştir, yani kişiliğimi vs. etkileyerek, sonuçta burada doğup büyüdüm
Kerem ISIK: edebiyat dünyasından uzakta olması aslında bir avantaj bana kalırsa. yani burada edebiyatçı kahveleri falan yok mesela – varsa da ben bilmiyorum 🙂
onur çalı: 🙂
Kerem ISIK: bu gibi yerlerde olmak insanı besleyebileceği gibi köreltebilir de, yani etkilenmelerden vs. bahsediyorum
Kerem ISIK: ben yazı dünyamı hedeflediğim yere ulaştırmak için kendi okumalarımla yönlenmek istedim hep ve öyle de oluyor
onur çalı: Anladım.
Kerem ISIK: yani elbette ki edebiyat konuşmak, paylaşmak vs. güzel şeyler, bunları ben de yapmak istiyorum zaman zaman ama yapamadığım için de hayıflanmıyorum
Kerem ISIK: çünkü yüz elli ömür yaşasam yüz ellisine de yetecek malzeme/düşünce/kitap vs. var zaten
onur çalı: Mesela Ankara’da öykü grupları var. Yararlı işlevleri de var. En azından öykü yazan insanlar birbirleriyle ilişki içerisindeler. O söylediğin paylaşımlar yapılıyor benim izleyebildiğim kadarıyla. Benim İzmir’de gördüğüm, bir şairler (şiirciler de denilebilir) topluluğu var ve edebiyat etkinlikleri de daha çok şiirle ilgili sanki. Tabi yanılıyor olabilirim, uzaktan bir gözlem bu. Ve bu etkinliklerle ilgili; işte söyleşi olsun, imza günü olsun, vs. bunlarla ilgili yaklaşımını merak ediyorum. Geçenlerde Yakın Kitabevinde bir imza günü yaptınız galiba. Nasıl geçti mesela bu imza günü?
Kerem ISIK: güzel geçti imza günü ama dostlar meclisi kıvamında 🙂
Kerem ISIK: Nisan ayında kitap fuarında bir imza günü daha olacak sanırım, orada ‘tanımadığım’ okurların gelme olasılığı daha fazla oluyor. bir de ilgisizlik var mesela. Yakın’daki imza günü esnasında mesela ben oturmuş bakınıyorum etrafa, normal sıradan bir kitapçı gezmesi yapan insanlar var etrafta ama kimse de gelip bakmıyor bu adam burada ne diye oturuyor diye 😀
onur çalı: 😀
onur çalı: Hatta çekinenler, özellikle uzak duranlar da oluyordur.
Kerem ISIK: ben olsam merak eder gider bakarım kitaba, neymiş ne değilmiş diye,
onur çalı: Haklısın. Nisan’da gelicem bi terslik olmazsa fuara.
Kerem ISIK: süper olur, görüşürüz 🙂
onur çalı: 🙂 Öyle.
onur çalı: Toplum Böceği’ne gelelim.
onur çalı: Ben notlar almıştım okurken kitapla ilgili.
onur çalı: İlk kitaba göre daha kendini bulmuş bir sesin var. Ayrıca ilk kitapta gördüğümüz sıkıntılı tiplerin neden öyle olduklarını anlamaya/anlatmaya yönelik bir kitap bu sanki. Bence çok ince ve keskin bir mizah var. Çok güldüm bazı yerlerde. Ama bu mizah ya da gülmece denilemeyecek bir tonda. Nasıl anlatsam, birçok yerleşik kuruma bir eleştiriyi, karşı çıkışı barındırıyor öyküler. Yanılıyor muyum?
Kerem ISIK: Aynen. hep her şeyi sorgulayan biri olmuşumdur zaten. buna yerleşik ve kabul görmüş her şey dahil. sorgulanmadan kabul edilen şeylere karşı da hep ikircikli yaklaşmışımdır. Toplum Böceği’nde de alışılagelmiş, kemikleşmiş düzen yahut kurumlara karşı çıkan, bunu bir şekilde içinde hisseden bireyler var
Kerem ISIK: mizah da bunun bir yöntemi, başka bir söyleşide de belirtmiştim, Wittgenstein’ın ‘gerçek anlamda ciddi olan şeyler ancak şaka yoluyla tartışılabilir,’ gibi bir sözü var, buna tüm kalbimle katılıyorum
Kerem ISIK: gülmek bir tür başkaldırı ne de olsa
onur çalı: Evet. Kahkaha bir direniş olabilir. Özellikle kitaptaki son öyküde (Bir İsyanın Anatomisi) buna benzer bir haykırış var: Yeni Toplum Dinamikleri Başkanlığına, kurumlara, kapitalizme, zorunlu eğitime, aileye ve insanın bireyselliğini, özgürlüğünü törpülemek isteyen her şeye bir karşı çıkış bu. Öykünün sonunda da umutlu bir isyan olması çok hoşuma gitti. Bütün bu kurumlara karşı insan direndi ve isyan etti sonunda. Bu öykü için “sosyolojik öykü” gibi bir ifade kullanasım geldi, bunu da söylemeliyim.
Kerem ISIK: 🙂 evet, biraz bilimsel ya da senin ifadenle ‘sosyolojik öykü’ tabiriyle anılabilecek bir öykü olduğunu düşünenler olmuştur herhalde. umutlu bir isyanla bitiyor öykü evet, insan belli bir yere kadar sıkıştırılabilir köşeye. sonrasında oradan çıkmayı da bilir ama
onur çalı: Edebiyat da bunun yollarından biri belki de.
Kerem ISIK: kesinlikle
onur çalı: Şiir-öykü ilişkisi üzerine ne düşünürsün bilmiyorum. Bazı öykücüler ya da okurlar “şiirsel” denilen öykülerden, romanlardan hoşlanmayabiliyorlar. Ya da tam tersi. Şiirsel olması bir anlatının, daha estetik bulunabiliyor.onur çalıİki kitapta da var ama Toplum Böceği’ni yeni okuduğum için ordan yola çıkayım: senin öykülerinde şiir var, şiirsellik var ama bu şiirsel olmayan bir şiirsellik. Bu önemli bence. Bazı cümlelerden o kadar keyif aldım ki, şiir gibi okudum onları. Fazla spoiler vermek istemiyorum ama örneğin “Oysa içimde dolma saran bir teyzenin sessizliği.”
onur çalı: Bu gibi cümleler -bence- çok isabetli bir şekilde yer alıyor öykülerinde.
Kerem ISIK: bilinçli bir tercih değil bu, yani öykünün yapısından kaynaklı bir şiirsellik var diyeceğim ama öyle bir şey de yok bence, yani şiirsel roman da olabilir, hem zaten bu ‘şiirsel’ ne demektir doğrusu tam bilemiyorum da, yenir mi içilir mi şiirsel metinler 🙂 yani çoğu yerde görüyorum metinler için ‘şiirsel’ yakıştırma/saptamasını ama bu iyi mi kötü mü ya da okur ‘şiirsel’ dendiğinde metinden neler bekliyor bilmiyorum doğrusu
onur çalı: evet doğru aslında. yani tam olarak tanımlayamıyoruz belki ama şiirli söyleyiş diye bir şey var sanırım. Benim yukarıda yazdığım, alıntıladığım cümle mesela, bence şiirsel. Ama tabi “şiirsel metin” diye yazılan absürd şeyler de var. Onu kastetmiyorum.
Kerem ISIK: çok şiir okurum, onu söyleyebilirim ama gönül rahatlığıyla. şiire bayılırım hatta ama yazmayı denemem 🙂
onur çalı: Bu memlekette şiir yazmamak epey zordur 🙂
Kerem ISIK: onun da bir etkisi olabilir tabii metinlere yansıyan.
Kerem ISIK: bir de dille uğraşmaktan çok keyif alıyorum. şiirsel söyleyişler de sanırım buna çok uygun
Kerem ISIK: yani kelimeleri çekiştirip durmak hoşuma gidiyor
onur çalı: Zaten böyle de olması gerekiyor sanırım. Çok tanımlamasak da işin özü dille uğraşmak.
Kerem ISIK: aynen
onur çalı: Post-modernizm çağında zaten adlandırmalar değişti. Birçok konuda değişmez doğru denilen zeminler kaydı. Edebiyat da bundan nasibini alıyor, alacak sanırım.
onur çalı: Türler arasındaki sınırların –kalkmasa bile- belirsizleşmesi hakkında ne düşünürsün? Mesela, okudun mu bilmiyorum ama Cemil Kavukçu’nun “Mimoza’da Elli Gram”ı ya da Barış Bıçakçı’nın “Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra” gibi kitaplar ne tam öykü ne de tam roman denilebilecek yapıdalar, dahası öykü ya da roman etiketi de taşımıyorlar.
Kerem ISIK: bu duruma yani ‘türlerin kaynaşması’ durumuna sıcak bakıyorum, hatta şu aralar bir sürü öykücükten oluşan romanımsı bir yapı üzerinde düşünüyorum, evrim sadece canlılar için geçerli olmamalı, edebiyat da nasibini almıştır değişimden her zaman ve alacaktır da.
onur çalı: 🙂
Kerem ISIK: hem zaten bir kitabı ‘öykü’ yahut ‘roman’ olduğu için okumayız, bir şekilde bize hitap eder ve türü ne olursa olsun okumaya başlarız, en azından bu bende böyle
onur çalı: Doğru.
onur çalı: Hani en son senle konuşmuştuk. Ahmet Sipahioğlu’nun Tepelitaklak’ı. Okudum ben de.
Kerem ISIK: beğendin mi? ben çok beğenmiştim
Kerem ISIK: zaten Oğuz Atay ödülü de aldı
onur çalı: Evet. Çok gülerek okudum. Çok keyiflendim.
onur çalı: O da mesela roman ama zaten alt başlığı yanlış hatırlamıyorsam “teğellenmiş öykülerden oluşan bir roman” gibi bir alt başlığı vardı.
Kerem ISIK: Evet bahsettiğine güzel bir örnek
onur çalı: Yalnız Bülent Hoca gibi olmaktan korktum 🙂
Kerem ISIK: 🙂
onur çalı: İçkiyi severim ben de çünkü.
Kerem ISIK: kim sevmez ki 😀
onur çalı: Geldiğimde içeriz o zaman, imza gününden sonra 🙂
Kerem ISIK: tabi tabi, hemen 🙂
onur çalı: Dükkanı kapatacaksan bitirelim ama son bişey daha sorucam.
Kerem ISIK: yok daha durabilirim
onur çalı: Anlatıların hepsinde ama özellikle öyküde dipnot, parantez, tırnak gibi kullanımlardan kaçınılır. Ama sen epey dipnot kullanıyorsun. Ben dipnotlu, ara cümleli, parantezli metinleri severim şahsen ama senin bir çekincen oldu mu bunları kullanırken?onur çalıYa da bu konuda eleştiri geldi mi?
Kerem ISIK: bi sn. tlf.
onur çalı: tamam buralardayım ben.
Kerem ISIK: geldim 🙂
Kerem ISIK: dipnot demiştik en son
onur çalı: evet abi
Kerem ISIK: bu tür metinleri – yani yoğun dipnotlu, ara cümleli vs. – metinleri ben de çok seviyorum. okur olarak zorlanmak hoşuma gittiğinden belki de. Toplum Böceği’nde de özellikle son öyküde yoğunlukla kullandım, olumsuz bir eleştiri gelmedi fakat genel anlamda son öyküyle ilgili pek fazla yorum gelmedi, yani şimdiye kadar yapılan röportajlar yahut yazılan inceleme yazılarında son öyküye pek fazla
Kerem ISIK: değinilmediğini gördüm, tabii bunun sebebi röportajı yapan yahut yazıyı yazan kişinin kişisel tercihleri/beğenileri olabilir fakat ben özellikle son öyküyü yazarken doğru bir yolda ilerlediğimi hissetmiştim, yani yazı parçalı ve dallı budaklı bir süreç olan düşünme sürecinin kağıda yansıyan hali aslında ve dipnotlar yahut ara cümleler, parantezler de bu süreci kağıda daha sağlıklı bir şekilde
Kerem ISIK: yansıtabilme olanağı veriyor bana kalırsa. yani ana metinde yazılan bir şeyin alt başlıklarına dipnot da değinebiliyorsun mesela, hatta dipnotun dipnotu bile olabilir 🙂
onur çalı: 🙂 Olabilir.
onur çalı: Ben rahatsız olmadım zaten. Hatta dediğim gibi, benim hoşuma gider ara cümleli, dipnotlu cümleler.
onur çalı: Tom Robbins’te bu ara cümleler fazladır. Bazen okumayı bile zorlaştırır ama yine de severim.
onur çalı: Son öyküyle ilgili konuşmuştuk ama (adı da Bir İsyanın Anatomisi) kitabın genel havasını da çok iyi yansıtan bir öykü ya da senin derdini, anlatmaya çalıştığın, öykücü olarak bize göstermek istediğin şeyi iyi anlatan bir öykü.
Kerem ISIK: teşekkürler, öyle olduğunu umuyorum ben de
onur çalı: Var mı yeni dosya? Ya da dosyaya harç olabilecek öyküler gelmeye başladı mı?
onur çalı: O birbirine bağlı öyküler dışında?
Kerem ISIK: var var, olmaz mı… şu anda en az 5-6 öykülük malzeme birikti bile ama dediğim gibi bunları daha geniş bir bağlamda birleştirebilir miyim diye bir düşünce aldı beni bir süredir. yani öykülerde gördüğümüz karakterlere dair daha derin kazılar yapan ama aynı yoğunlukta ilerleyen bir metin kurabilir miyim diye düşünmekteyim
onur çalı: Uzun metinler olacak o zaman. Görece uzun.
Kerem ISIK: öyle görünüyor, ama parçalı bir metin olacağından karakterlerin geçmişlerine yahut metnin genel gidişatı dışındaki deneyim/düşüncelerine dair kısa ama metin açısından çarpıcı olabilecek anekdotlara da yer vermek istiyorum. yine son öyküyü örnek gösterebilirim bunun için.
onur çalı: Kolay gelsin. Ben merakla bekliyorum.
Kerem ISIK: sağ olasın. ben de öyle 🙂