- Sayın Andre Maurois, çok sevdiğim yazarlara, müzisyenlere vs. “abi” derim ben. Onlar artık biyolojik olarak yaşamadığı için rahatımdır. Yaşarken de birine hoca diyecek halim yok; böyle şeyler mahrem olmalı sayın Maurois. Hocanın öğrencisinden haberi olmamalı. Neyse dağılmayalım. Size sayın dememin nedeni, evet, bir mesafe koyma isteğidir.
- Ben sizin Philippe kadar olmasa da nev-i şahsına münhasır bir insan sayılırım. Biri bana bir şeyi ısrarla tavsiye ettiğinde onu okumayasım gelir. Sizin İklimler’i çok söylediler. Direndim ama en son, kitabı alırken, sakallı Müslüman kitapçı da tavsiye edince kaçarım kalmadı.
- Sizin bu İklimler’i okuyunca, bizim klasik musikideki Geçsin Günler Haftalar şarkısını hatırladım hemen. Bakın, siz de dinleyin ve siz de Zeki Abiyi seviniz, rast makamında: Geçsin Günler Haftalar
Ve Haydar Ergülen adında bir şair vardır (nar makamındadır kendisi), onun Karşılığını Bulamamış Sorular kitabından esinle size karşılığı olmayan sorular sormak istiyorum, artık nasıl anlarsanız öyle (Siz diyorum, çünkü siz Fransızlar için “sen” diyebilmek bile bir devrim gerektiriyor, değil mi? Oysa bizde ne kolay!)
- Kitabınızın çağrıştırdığı diğer bir eser de bir film. Kitabınızla aynı adı taşıyor. Nuri Bilgi Ceylan’ın İklimler’i. Kim bilir, belki de NBC sizin kitaptan etkilenmiştir. Kendisi önemli bir yönetmendir. Onun filmi de en az sizin kitap kadar cinsiyetçidir, belki de –kesinlikle–daha cinsiyetçidir.
- Sizinle pek ilgisi yok çok sayın Maurois ama kitabın Türkçe baskısıyla ilgili söyleyeceklerim var. Bir kere, kitapta birçok dizgi hatası var ve böyle olduğunda çorbamda sinek görmüş gibi olurum ben. Çorbayı içmeye devam ederim elbette ama sineğin anısı ağzımın ucundadır hep, hep kusmaya hazır beklerim. Çeviriye gelince, siz tanımazsınız ama kitabınızı Türkçeye kazandıran Tahsin Yücel’i bu yazıyı okuyanlara tanıtmaya gerek bile yoktur. Ancak, kendisinin eserlerinde de tercih ettiği bir “öz-türkçecilik, arı türkçecilik” tutumunu sizin eserinizde de devam ettirmesini, nerden bakarsanız bakın, hoş karşılamadım doğrusu. Neden? derseniz, şu: Kendi eserlerinde böyle bir tutumu benimseyebilir; buna da itirazımız olur ama yine de hakkıdır bu. Çevirmen olarak da hakkıdır belki, bilmem. Ama dedim ya, şahsen karşıyım ben buna. Bir kere sürekli “arı, yetke(li)” gibi sözcükler (kelimeler denmez, ayıp!) kullanıldığı zaman, kitabınızın “Türkçesini” okuyan okur, hele bir de Ankaralıysa “Yetke ne la?” diyecektir. Çünkü Sayın Maurois, bu nereden bakarsanız bakın, yönlendirici bir tutumdur. Ne gerek var buna? Böyle yaparak neyi kurtarıyoruz? Dil böyle bir şey değildir sayın Maurois; dil yaşar, yaşadıkça da değişir.
Neyse. Uzatmayalım.
Ya da uzatalım: Böyle bir tutumla karşılaşınca “dijital ortam” dememek için “sayısal ortam” diyen bir meslektaşımı anımsıyorum (hatırlıyorum denmez, ayıp!) ve faşizmin yanık deri kokusu geliyor inceden burnuma. Nereden baksanız kederli!
Haydi onu geçelim sayın Maurois, buna ne diyeceksiniz bakalım, merak ediyorum doğrusu: “Doğru dürüst uyuyamadım o gece. Kendimi suçladım durdum. Neydi kızdıklarım? Uzun zamandır görüşmediklerine göre, kocamla Solange Villier arasında bir içli dışlılık yoktu kuşkusuz. Öyleyse yasal bir kıskançlık nedeni de yoktu.” Sakın burdaki “yasal”, “meşru” olmasın! Kitabınızı aslından okuyacak Fransızcam olmadığı için çeviri hakkında yargıda bulunacak kadar hayalperest (ya da kitapperest) değilim elbet ancak burda bir sıkıntı olduğu da aşikar (pardon, belli diyecektim!).
Neyse. Uzatmayalım.
Ya da uzatmaya devam edelim: Nitelikli kitaplar basan Helikopter Yayınevinin genel yayın yönetmeni Levent Yılmaz dahi, arka kapak yazısında kitabın son cümlesini şöyle aktarıyor: “kaderlerimizle arzularımız hemen hiçbir zaman bağdaşmıyordu.” Oysa kitapta şu şekilde: “yazgılarımızla isteklerimiz hemen her zaman çelişiyor.”
Daha da uzatmayacağım Mösyö Maurois. Meramımı anlamışsınızdır.
- Peki sizdeki bu 8 –yazıyla sekiz– takıntısı nedir alla’sen! Acaba gene fransız kaldığımız bir şey mi var burada?
- Size kızgınlığımı fark etmiş olmalısınız. Nedenini anlatabileceğimi yalnızca umuyorum ama şunu belirtmeme izin veriniz lütfen. Romanınızın ilk cümlesi, en iyi ilk cümlelerden biridir kanaatimce: “Birdenbire gidişim sizi şaşırtmış olmalı.”
- Ne Odile’miş şu Odile! Philippe’nin aşkının Odile’le çok ilgisi olmadığını bilecek kadar büyüdük sayın yazar ama insan yine de merak ediyor. Hatta şu Odile dile gelse de olayları bir de onun gözünden görsek diye nasıl sabırsızlanıyor bilseniz. Philippe efendinin “Kraliçe” ya da “Amazon” olarak isimleştirdiği hayali kadını bulmak yönündeki beyhude çabasında kendimizden bir şeyler bulmuyor değiliz. Kafamızı karıştırmayı, kendimizi didiklemek için bir neden daha yaratmayı iyi başarmışsınız, félicitations!
- Şunu da düşünmedim değil: Yahu niye bu romandaki kadınlardan yok bizim buralarda! Evet, Isabelle dahi çok güçlü. Ancak Philippe’in yukarıda andığımız sağlıksız tutumu, Türkçenin en güzelim yazarlarından Barış Bıçakçı’yı hatırlattı bana sayın Maurois. Son kitabı Sinek Isırıklarının Müellifi’ndeki Cemil aracılığıyla bakın ne diyor: “Kadınlardan ne çok şey istiyoruz, diye düşünüyor Cemil. Bizi affetsinler, bize memelerini göstersinler ve ölümsüzlük versinler.”
Sizin Philippe de böyle işte; çok şey bekliyor hayali Amazon’undan.
Not: Bulunduğunuz yere kargo geliyorsa adresinizi bildirin, size BB kitaplarını yollayayım.
- Kitabınızda altı çizilebilecek çok cümle var ama ben pek sevmem o işi. Yine de dayanamadığım oldu sayın Maurois: “Aşk çok tuhaf yakınlıklar doğurur. O sabah, görevim Odile’le birlikte gerçeğe karşı koymakmış gibi geliyordu bana.”
Ama Philippe’den yola çıkarak şunun da altını bir kez daha çizdim sayın yazar: Evli kadınlara güven olmuyor!
Yine de şu da var: Birbirini “aldatarak” evliyken özgür olmanın tek yolunu bulan insanların birbirlerini (ve dahi eşlerinin sevgililerini) hoş görmeleri ne tatlıydı. Kadın doğrama cemiyeti gibi yaşanılan bizim ülkede yaşasanız, bunun değerini daha iyi anlardınız.
- Yiğidi öldür hakkını yeme, derler sayın Maurois, çok güzel anlatmışsınız, hani nasıl derler, insan ruhunun inceliklerini filan. O gel-gitleri. Aşkın saçmalığını. Aşktaki değişen rollerimizi…
- Bazı kitapları görece geç okuduğum için çok memnunumdur. Kitaplardaki bazı buluşları, duyguların ifadelerini, bazı takıntıları vs. kendim, kendi kendime edinmek isterim. Zaten edinmişimdir de ama daha önce okusaydım da onlar kendi buluşum olmaktan çıkacaktı. Sizin İklimler de bu kitaplardan oldu. 128. sayfadaki “sevme nedenleri” muhabbetini ben yıllaaar yıllaaar önce söylemiştim Maurois efendi, çok memnunum buna (burda da kitabın PR’ını yaptım, bak alıntılamadım o kısmı ki, meraklı okuyucu gidip kitabını alsın, hadi gene iyisin.)
Hamiş: Yorum ekle‘ye basarak yorum-görüş-öneri-şikayet-tartışma girişiminde bulunabilirsiniz ey ahali! Madem sayısal ortamdayız, bunun getirdiği sözel olanakları da kullanalım değil mi?
İki sene sonra not: Andre abi, özür. Cinsiyetçilikle ilgili söylediklerimde yanıldığımı anlıyorum. Bir ara, uzun uzun konuşuruz. Öptüm.
Onur Çalı
Romanda beni etkileyeni yazmadan geçemedim… Birinin yaşadığı aşkın aynısını başkasının kendisine karşı yaşamasını anlayamaması ve yazarın bunu çok iyi anlatması. Sevilen olmanın getirdiği umarsızlık mı, aşkın anlamsızlığı ya da anlamlarından biri mi?