a2428-02042011629-crop

Nazım Hikmet’in, 8 Nisan 1950’de Bursa Cezaevinde başladığı açlık grevi Türkiye tarihinde ilk açlık grevidir. Bu grev 2 gün sürmüştür. Avukatlarının aracılığıyla sona erdirilen açlık grevine Nazım, aynı yılın mayıs ayında tekrar başlamıştır.

27 mayıs darbesinde tutuklanıp Yassıada’ya gönderilen Celal Bayar’ın ise, tahliyesinin ardından tekrar gözaltına alınmasını protesto etmek için Kayseri Cezaevinde 3 günlük bir açlık grevine girdiği söylenir (1963).

1970’li yıllarda Deniz’lerin idamının kaldırılması talebi ve 1980’li yıllarda Metris, Mamak, Diyarbakır, gibi cezaevlerinde siyasiler, tek tip elbiseye, işkenceye son verilmesi, sosyal yaşam ve siyasi tutukluluk hakkı tanınması talepleriyle açlık grevleri başlatmışlardır. Bu grevler üç kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır.

1978’de Sağmacılar Cezaevi’nde elli kişilik siyasiler açlık grevine başlayınca, bu grev tüm cezaevlerine sıçradı. Ve bu yıl içinde siyasilerin taleplerinin bir kısmı karşılandı.

1996 yılında çıkan cezaevleri ile ilgili Mayıs Genelgesi’ni protesto etmek için mayıs sonuna kadar tam 43 cezaevinden tam 2174 mahkum açlık grevine, 355 mahkum da ölüm orucuna başladı.

Bundan sonraki kitlesel diyebileceğimiz açlık grevi 20 Ekim 2000 yılında başladı. Bu kez F tipi cezaevlerinin kaldırılmasıydı talep. 816 mahkumun başlattığı açlık grevi bir ay sonra ölüm orucuna dönüşmüş. Bu grevden sonra çoğu mahkum Korsakoff Sendromu denilen hastalığa yakalanmıştır.

***

“Açlık grevi, insanın başka hiçbir çaresi kalmadığında başvurduğu bir eylem biçimi” der Necmiye Alpay. Necmiye Alpay kim mi? Türk dili alanında en yetkin adlardan biri, bir dilbilimcidir.

Alpay Türkçeye olduğu kadar, çağına da sorumlu olan bir dilbilimci.

İlk açlık grevini 1972 yılında Fransa’da yapmış. Denizler idam edilmeden hemen önce. Henüz öğrenci olduğundan açlık grevinin nasıl yapılması gerektiği hakkında pek bilgisi de yok. Bir hafta süren grev boyunca ilk iki günün sonunda yerinden kalkamaz olmuş. Sonra doktorlar bu grev süresince günde üç litre su bir tutam tuz ve iki kesme şeker almaları konusunda uyarmış. Çünkü normal şartlarda bir insanın aç ve susuz durma süresi dört ya da beş günmüş.

Nihat Erim hükümeti “geri adım atmayız” dedikten sonra bu grevin işe yaramayacağını anlamış.

Sonraki açlık grevlerini Mamak Cezaevi’nde yapmış. 1980’li yıllarda deneyimli olduğundan bu grev kırk gün sürmüş. Sürmüş ama cezaevi yönetimi, şekere ve tuza da el koyunca bu grevi yapanların sindirim sistemlerinde ve böbreklerinde kalıcı hasar oluşmuş.

***

Bu gün açlık grevinin 54. günü.

Açlık grevine, 12 Eylül 2012 tarihinde tutuklu ve hükümlüler 58 cezaevinde başlamışlardı. Bu açlık grevini diğerlerinden farklı kılan bir yanı var. Diğer açlık grevlerindeki talepler genel taleplerdir. Oysa bu kez özel bir talep görüyoruz; açlık grevi yapanların liderlerinin bulunduğu cezaevinin koşullarının iyileştirilmesi ve Kürtçe’nin anadil olarak kamuda kullanılması.

Bu talepler kimi çevreler tarafından kabul edilmese de; bu konuda, özellikle üzerinde durulması gereken nokta şudur: Bu iki talep demokratik midir, değil midir?

***

Açlık grevi tabii ki taraflara köklü bir barış getirmez.

Bunu açlık grevi yapanlar da bilir. Ama demokratik taleplerin yerine getirilmesi konusunda yapılması gereken son çarenin böyle bir eylem olması da yadırganmamalı.

Eğer ki bu talepler insan haklarını içeriyorsa ve barışa katkıda bulunacaksa her aydının, insanım diyen her bireyin bu greve, bu inanca destek vermesi gerekir; açlık grevine giren, ölüm orucuna başlayan kim olursa olsun, hangi ırk, hangi din, hangi milletten olursa olsun.

Çünkü ‘barış’ın da bir bedeli var.

Salih Mercanoğlu

5 Kasım 2012 tarihli Cumhuriyet-Akdeniz ekinde yayımlanmıştır.