1f303-kuf1

Vicdan nedir? Düşünelim. (Es!)

Haftasonu Küf’ü izledim. Ödüllü bir film. Gugıllayınca çıkıyor hangi ödülleri aldığı vs.

Film bir ilk film, Ali Aydın’ın.

Geçenlerde bir yazıda, sanat üretenle tüketenlerin buluşması işlevsel mi acaba? diye sormuştum kendi kendime (bkz: gez-göz-kule). Yanıtlıyorum: değil! Ya da çoğu zaman değil.

Ben söyleşi okumayı, izlemeyi çok severim normalde ama sorulan sorular kadar verilen cevaplar da çok önemli. İzlediğimiz, okuduğumuz, dinlediğimiz sanat eserinin üreticisi (kendisine sanatçı deniyor) eseri hakkında bilmediğimiz (ya da bilmek istemediğimiz) şeyleri ortaya dökünce bizim algımıza, keyfimize de sınır koymuş oluyor bir anlamda.

Örneğin ben, filmde neden bu kadar çok sigara içiliyor’un açıklamasını merak etmiyordum çünkü günlük hayatta da sigara içiliyor. Garip bir durum değil. Ama bunun açıklaması bizim filmden aldığımız keyfi ipotek altına alıyor. Gerek yok.

***

Küf, politik bir film değil deniyor. Politik film olması için ne olması gereklidir? Bir filme politik film denmesi için hangi unsurlar bir araya gelmelidir? Düşünelim. (Es!)

Küf, oğlu kayıp olmuş, karısı ölmüş olan bir Cumartesi babasının hikayesi. Ercan Kesal (Basri) harikulade oynamış. Öncelikle bu. Ve fakat, hikayeye Cemil diye bir tip giriyor, evet tip. Hikaye makas değiştiriyor biraz. Ama tabi ana öykü yine baba Basri’nin hikayesi.

Söyleşi sırasında Ali Aydın dedi ki (mealen): Ben filmde üçlü bir yapı kurdum; Cemil, Basri’nin vicdanı, Basri de Emniyet görevlisinin.

Emniyet görevlisinin rütbesi, makamı belirtilmiyor ama kuvvetle muhtemelen İlçe Emniyet Müdürü ya da yardımcısı bir adam.

Sonra bir soru üzerine, bu Emniyet Müdürünün -Basri’ye kötü davrandığından hareketle olsa gerek- vicdanı olmadığını söyledi yönetmen. Daha doğrusu, günümüz koşullarına da bakınca böyle bir görevliye vicdan iktisap ettirmenin fazla olacağını söyledi (yine mealen aktarıyorum elbet). Eyvah ki eyvah!

Emniyet müdürü karakteri Basri’ye “iyi” davransaydı ya da onun durumu karşısında üzülseydi ya da çalıştığı, içinde bulunduğu kurum dolayısıyla (ve belki de bizzat bazı kişilerin kayıp edilmesinden sorumlu olduğu için) kendine öz-eleştiri verseydi, biz seyirciler ne düşünecektik? Aslında polisin vicdanlı olduğunu mu? Polis teşkilatının, devletin vicdanlı olduğunu mu? Hangisi? Peki bu bağlamda, bir insani durumu perdede görünce yönetmenin anlatmak istediği şeyi yanlış mı anlayacaktık? Cevap veriyorum: Hayır! Aksine, eve girerken ayakkabısını çıkarmayan bu adam, yapaylığından kurtulacaktı belki. (Es!)

***

Gerçekten milletçe kurgu (fiction) denen şeyi anlamazlık hastalığından muzdaribiz. Başta devlet görevlileri olmak üzere herkesin bunu kavraması gerek. Kurgudan ne bekliyoruz? Kurgusal anlatılarla dünyayı kurtarmak istiyorsak işimiz var. “Kurguyu anlamayan nesle aşina değiliz.” derdi belki de Haşim, yaşasaydı.

Orhan Duru’dur science-fiction‘ın Türkçe karşılığı olan bilim-kurgu sözcüğünü getiren. İsmi itici ama içeriği faideli/keyifli olan “Öykü Yazmanın Sırları” (Karakutu Yayınları, 2008) adlı kitabında kurguyu da anlatır Orhan Duru. Ayrıca değerli eleştirmen-öykücü Hülya Soyşekerci’nin de güzel bir yazısı vardır kurgunun neliği konusunda. İlkin, Güven Pamukçu’nun Akköy dergisinde okudum diye anımsıyorum. Muhtemelen Okuma Yolculukları ya da Yazarlara ve Yapıtlara Yönelik Okumalar kitabında da bulunuyordu yazı. Okunur umarım.

***

(Es. Ver nefes. Es. Ver nefes.) Başa dönelim. Vicdan nedir? Küftür vicdan. Paslı bir tadı vardır, ben bizzat deneyimledim de biliyorum. Ellerinizde pas kokusu, tadı duymaktır. Kokuşmuş bir şeyler var dünyada‘dır vicdan. Çelik paslanmaz. Vicdan ise zaten pastır.

Bir soru daha: Vicdan eylem gereksinen bir “şey” midir? Eylem gerektirir mi? Eylem nedir? Sorular sorular…

***

Siz yine de izleyin Küf‘ü. İyi film. Söyleşileri de izleyin. Yoksa söze “Filmi izleyemedim ama sorulardan anladığım kadarıyla…” diye başlayıp yönetmene soru soran insanları nerede görebilirsiniz!

Eh, gülmeye de ihtiyacımız var elbet.

İyi seyirler.

Onur Çalı