d682d-sc4b1caknal_9786055497569_tn

Bazen (sık sık da olabilir) olur ya, bir kitaba, yazara takılırsınız. Çok sevdiğinizden, sevmediğinizden, ya da anlamak çabasından kaynaklanabilir bu. Barış Acar ve kitabı Pıhtı da öyle oldu benim için. Pıhtı’yı okudum. Sonra, bir kısmını halihazırda okumuş olduğum Barış Acar yazılarını, söyleşilerini okudum, sonra Pıhtı’yı tekrar okudum. Durum yine değişmedi: Pıhtı üzerine söz söyleme cesaretini bulamadım kendimde (Bu bir kez daha başıma gelmişti; Deli Heybesi üzerine de yazamamıştım).

Bu yüzden, bu yazıda Barış Acar’ın Pıhtı adlı kitabı hakkındaki söz de Barış Acar’a bırakılmıştır çoğunlukla.

***

Pıhtı’daki öyküler uzun bir sürede yazılmış ve yayımlanmış (1998-2011). İki bölüme ayrılmış öyküler (kolajlar ve polemik-öyküler). Yazar da bir söyleşisinde, öyküleri kabaca iki dönemde yazdığını söylüyor: “İlk dönem Ankara merkezli yayın yapan Bir Bilet: Gidiş-Dönüş öykü dergisinin aktif olduğu yıllar. İkinci aralık ise internet tabanlı öykü-inceleme-eleştiri platformu Uzun Hikâye’nin (www.uzunhikaye.org) kurulduğu dönem.”

“polemik-öyküler” yazarın bahsettiği ilk dönemde yazılmışlar: “Bir Bilet: Gidiş-Dönüş dergisi 1997 yılından başlayarak 2003’e kadar iki aylık periyotta 38 sayı yayımlandı. Ankara temelli, amatör ruhla ve heyecanla çalışan, tanınmış isimler yerine öyküde genç arayışlara yer vermek isteyen bir dergiydi. Özellikle “öyküde patlama” tartışmalarının yaşandığı dönemde bu çok önemliydi bana kalırsa. Kitapta asıl önem verdiğim “Polemik-Öyküler” burada doğdular.” (Kitap-lık söyleşisi)

***

Bir dergi meraklısı olarak, Bir Bilet: Gidiş-Dönüş dergisini meraklandım haliyle ben.

Barış Acar’ın öyküleri Jean Paulhan’ın “retorikçiler-teröristler” ayrımında teröristlerin safına düşer. Nedir bu ayrım? Barış Acar’ın Varlık’taki yazısından alıntılıyorum: “Ona (Jean Paulhan’a) göre, bütün sanat kuramı, dili verili olarak kabul edip klişeleri sürdürenler ile mevcut dili yok etmeye ve onun yeniden inşası aracılığıyla yeni bir dünya kurgulamaya kalkışanlar arasındaki ezeli tartışmada vuku bulmaktadır.

***

Kitap-lık’taki söyleşisinde şöyle demiş:

“Bir sanat tarihçisi olarak ben avangardı tarihsel bir dönem olarak tasnif edip rafa kaldırmak yerine, onu bir ruh olarak görüp sanat içinde var olduğu yerleri bulmaya çalışıyorum. Keza kurumsallaşan her yapının olduğu gibi sanatın da (hele ki tarihselleştikten sonra) artık sanat olmayan, sadece tekrarla, replikalarla, kitsche yaslanarak devam eden devasa bir kısmı var. Bizim edebiyat tarihimizde de yaşayan edebiyatımızda da bu pseudo-romanlardan, pseudo-öykülerden bol miktarda bulunuyor. Bir zamanlar yazdıkları iyi şeyleri geleceğe tahvil eden yazarlar diyorum ben bunlara. Yazmak, kötü yazma cesaretidir oysa. Aynı şeyi defalarca yazmak yerine, aralarda bir yerde kaybolmuş öyküyü görmemizi sağlayacak her türlü arızayı seviyorum ve tercih ediyorum bu yüzden.”

Ve yine aynı söyleşiden:

“Avangard edebiyat okura bir çağrıdır; bu öyküyü sen yazmalısın, diye seslenen öfkeli bir çağrı. Okuru harekete geçirmek, onunla birlikte yeni bir yere gitmek için yola koyulmaktır. Pıhtı’nın iyileştirmeyi hedeflediği yara tam da okurla yazar arasında açılmış bu uçurumda gizli. Kitabın bütünlüğünü sağlayan duyguyu da böyle anlatabilirim.”

***

İşte o öykülerden biri. Kitabın son öyküsü Bedel:

c2817-bedel-foto-small

Ve yazarın Bedel‘e dair Ebru Tönel’in yaptığı söyleşide söyledikleri:

Kitabın kapanış öyküsü olan “Bedel” benim için çok özel. Sizin de söz ettiğiniz gibi öykü sadece bir fotoğraftan oluşuyor. Tabii bir de altında meraklısına not olarak yazan “Al!” sözü var. Fotoğraf, Ankara’da Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde bulunan, neolitik döneme ait sileks saplı bir bıçağa ait. Onu ilk gördüğümde çarpılmıştım. Milattan önce on binli yıllarda açıkça öldürmek için tasarlanmış bir aletin sap kısmının bu şekilde süslenmiş olması beni çok etkilemişti. Daha mağaralardan çıkılıp kent yaşamına ilk adımlar atılırken üretilmiş bu alet tehdit edici bir güzellik taşıyordu ve akla bin türlü hikâye düşürüyordu. Dolayısıyla polemik-öykülerin görsellikle bezenmiş, yaşamla kavga eden tedirgin edici yapısına çok uygun gelmişti. Öykü yazmak, bıçağı süsleyip okura sunmaktan farklı değildi benim için. Onunla ne yapacağına o karar verecekti. Öykünün adının ima ettiği eylemi hangi yöne doğru çalıştıracaktı: Bedel mi ödeyecekti, yoksa bedel mi ödetecekti? Kitabın ilk öyküsünde öykücünün çektiği bıçak, son öyküde okuyucunun eline teslim edilmiş oluyordu böylece. Neticede Pıhtı’nın iyileştirmeyi hedeflediği yarayı açacak olan oydu. Benim açımdan da çember böylece tamamlandı.

***

Son olarak, Sarnıç Öykü dergisinin Ocak 2013 sayısında bir yazısını okudum yazarın. Murat Yalçın’ın Karga Zarif’i üzerine. Görmediğim, düşünmediğim bir bakış sundu bana.

Ve en son olarak, Barış Acar’ın Uzun Hikâye’de (www.uzunhikaye.org) son yazdığı öykülerden biri:

şapka
Hepimiz Michael Jackson’ın şapkasından çıkmıştık. Fakat kimsenin bunu söylemeye cesareti yoktu. Palto falan hikâye.

***

Belki avangard’dan, deneysel denilenden hoşlanmıyorsunuz. Yine de okuyun derim Pıhtı’yı.

Onur Çalı 

Kaynakça:

– Barış Acar, Pıhtı, Komşu Yayınları.
– Barış Acar, Anlatıcı Zamanıyla Yazar Zamanı Arasında Bir Zarif Karga, Sarnıç Öykü, Sayı 6.
– Barış Acar, Sanat Yoktur Yalnızca “Avangart” Vardır!, Natama, Sayı 1.
– Ebru Tönel, Barış Acar ile Söyleşi, Varlık, Sayı 1260.
– Barış Acar, Edebiyat Plastiktir!, Varlık Dergisi, sayı: 1259.
– Uzun Hikâye, www.uzunhikaye.org
– Aslı Solakoğlu–Elif Çınar, Barış Acar ile Söyleşi (“PIHTI” POLİTİK ÖYKÜYÜ DEĞİL, ÖYKÜDE POLİTİKAYI ARIYOR!), BirGün Gazetesi, 20 Ağustos 2012.
– Gül Şahin, Barış Acar ile Söyleşi (ÖYKÜ YALNIZCA HİKÂYE ANLATMAZ!), Kitap-lık Dergisi, Sayı 164.