Halim Yazıcı’nın 3 Nisan 2013 tarihinde Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yapılan Ceyhun Atuf Kansu ödül töreninde yaptığı konuşmanın tam metnidir.

df5e6-dsc_4203-620x350

Hayatın kilometre taşlarını seviyorum. Temel yaşam çiçeklerini, dönemeçlerini, dikenli yollarını, uçurumlarını hayatın…

Doğdum, sevdim. Aşık oldum, sevdim. İçeri girdim, sevdim. Direndim, sevdim, yazdım, sevdim. Yazdıklarımı yırttım, sevdim, yaşadıklarımı yırtmadım, sevdim, sokak kedilerinin kirpiklerini okşadım, sevdim, işsiz kaldım, sevdim. Öğrencilik yıllarımda, arkadaşlarım öldü kollarımda, sevdim.

Ancak güzel yurduma, onun halkına, insan sevgisine, onların aşklarına ve şiirine ihanet edenleri hiç, ama hiç sevmedim, sevemedim.

Aldığımız ve verdiğimiz nefeslerin içtenliğini, samimiyetini, onların özgürlüğünü, yurdumu, acılarını ve sevinçlerini, onun için kaleme alınan ve düşlenen tek bir imgeyi, yani sizleri ve ülkemin bağımsızlığını sevdiğim gibi sevdim, çok sevdim…

Ve… Günlerden bir gündü. 16 Mart 2013 cumartesi, akşam saatleri…

Ege Denizi’nin Akdeniz’le buluştuğu derin mavilikli bir koyun yamacında, masamızın yanı başında bir Marmarisli kediyle konuşuyordum ki telefonum çaldı.

Telefonun ucundaki ses, adı cumhuriyet ve bağımsızlık ateşinin onuruyla bütünleşmiş bir büyük ustanın, bir büyük bilgenin adını, Ceyhun Atuf Kansu’nun onurlu adını ve ardından benim adımı peşi sıra dillendiriyordu…

Ürperdiğimi anımsıyorum. Tıpkı bir acemi balık gibi denizlere baktığımı. Heyecanlandığımı, boğazımın düğümlendiğini.

Ama hepsinden önemlisi büyük bir onurlanma duygusunun içimi kapladığını, omuzlarımın bu onurlu dünya güzeli yükle hızla ağırlaşmaya başladığını.

Sonra, biraz kendime geldiğimde, karşımda bir tablo gibi bize bakmakta olan denize daha derinden, daha anlamlı bakmaya başladığımı.

Derken, ustanın “halktır, denizlerin en güzeli” dizesinin geçtiğini aklımdan.

O zaman, omuzlarımdaki ağırlığın, bir büyük sorumluluk olarak ruhumun ve aklımın kılcal damarlarına kadar işlemekte olduğunu derinden ve yeniden kalıcı olarak hissettiğimi anımsıyorum.

Ceyhun Atuf Kansu ustamızın aramızdan ayrılışının 35, adına verilen ödülün 27. Yılında sizlerin aranızda olmanın büyük onurunu bana veren saygıdeğer jüri üyelerine içtenlikle saygılarımı sunuyorum.

Ve aşk cazdır adlı bir eski şiirimde “ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin / göğsünde bu akşam güzel toprak / şairleri emzireceksin” dizelerimle tanımlamaya çalıştığım ve bu saygın ödülün ilk sahibi sevgili dostum Behçet Aysan’ı burada tüm kalbimle, şiirin kardeşliğiyle selamlıyorum.

Kansu’nun şiiri, halkın ve hayatın ta kendisidir. Yapmacık ve görünür olmaktan uzaktır.

Dağlarca’nın deyimiyle; ustanın öğretisi, “evrim dallarından bir yedinci yaprak gibi düşer”, yeryüzüne.

Bu öylesine bir serinliktir ki, o’nun denemeleri ve şiirleri, çocukluktan yerselliğe, yersellikten ulusala, oradan da evrenselliğe gelişen geniş bir çizginin içten ve büyük coğrafyasını da oluşturmaktadır.

Ancak, üstadın bu büyük düşün coğrafyasında, özellikle çocuklar, onların ve şiirin çocuk kalbi ve çocuk olma halleri, kaleminde hep başat olmuştur.

Şiirinin bu denli içtenliği ve sadeliği, Anadolu’nun buğday ve yanık ten kokulu çocuklarının sevgisi, onu toplumsal lirizmin öncüsü haline getirmiştir.

O, sanki köy enstitülerinden fırlayan kalbiyle, bir yandan tuğla taşıyan, bir yandan mandolin çalan, diğer yandan da Mustafa Kemal’in bağımsızlık ateşine durmaksızın odun taşıyan devrimci, halkçı ve ulusal bağımsızlık sevdasıyla bizim yolumuzu aydınlattı.

Anadolu insanı ile ozanlığını öylesine bütünleştirdi ki bir söyleşisinde;

Halk şiirine öykündüğümü söyleyebilirler. Ben o şiire öykünmüyorum; okulum benim o şiir, şiiri o okulda öğrendim. Gerçek şiir orada, halktadır diyorum. Böyle deyince de halkın dili ile sevinçlerini sevinçlerine, dertlerini dertlere bağlayarak yazıyorum. Ben aşkların, isteklerin, dileklerin ozanıyım… Ozan olarak görevimin ilk ana kaynağı çıkıyor ortaya: halkımın yurt sevgisini, yurdu için ödediği kanların destanını söylemek. Bir de yurdumun yaşanılacak bir toprak haline getirmek için ozanca bir işe girişmek, yaşamayı, yaşama sevincini övmek, yaşamayı ezen, bir yük haline getiren komşulara karşı ozanca savaşa girmek.” der.

Şiirimizin ufuk çizgisi olan Kansu, Türk insanının, emperyalizme olan direncinin, ulusal bilinç ve duyarlılığının özgürlük meşalesidir.

Bu büyük cumhuriyet meşalesinin devrimci ışığı altında nefes alıyor olmamız, özellikle de bugünlerde geleceğe olan umudumuzu diri tutmamız için bir büyük umut ışığı değil de nedir?

Bizler, bu sevdanın ışığında ve o’nun aydınlık kucağında, hep yeni bir şiiri arayan ve çocuk olarak kalmaktan onur duyan öğrencileri değil miyiz hayatın?

Bu onurlu hayatı bize armağan eden ustalarımıza selam olsun…

Halim Yazıcı