Oncalarıyla birlikte yığıldım toprağa. Sonunda aylardır beklediğim, ne zaman karşılaşacağımızı bilmediğim, geldi buldu aldı beni. Ölüyüm artık.

İki adım ötemde göğüs göğüse süren çarpışmadan çıkmış oldum vurularak. Hemen olur, oracıkta hesaplaşırız sanmıştım… akıp geçtiğine göre düşünceler… öyle değil.

Bir yılan gibi sürünmeme, kaçmayı düşünecek hale gelmeme rağmen korkaklığıma yenik düşüşüm, umudumu ölecek olmaya bağlayışım, silahımı şakağıma defalarca dayayışım, yine de bir başkasının silahından çıkacak mermiyle vurulmayı bekleyişim… Şimdiyse, bu dışlanmışlığı devam ettirmeye duyduğum ihtiyaç, sürecek çok şey olduğunu kazıyor içime kanatarak. Olacakların garip sezisi yürüyor damarlarımda raplayarak.

Alnım, gözlerim balçığın içinde, bir külçe gibi yüzükoyun yatarken, çarpışmanın kesildiğinin ayırdına varmamı sağlayan duyma yetisinin yaşamla tek bağım olduğunu düşünürken, ölenlerle, sadece onlarla kader birliği ettiğimi daha iyi anlıyorum. Kıpırdamak meydan okuma anlamına gelecek, ben daha ölmedim diye haykırmak demek olacak, yeterince öldüremediniz beni.

Açmadım, açmayacağım gözlerimi. Kör. Bedenimden vazgeçeceğim; ölününki kadar kıpırtısız, öyle olduğu için de ağır…lık. Anlamak için gelirlerse bir iki el daha ateş ederler. Âlâ! Belki de göğ(s)ümü delecek tekmeler atarlar. En ufak bir ses sus. Silahımı elimden almaya çalışacaklar, kasılıp kal el ölüsü. Zorla açacaklar parmaklarımı. Nefessiztutyut. Gövdemi –benden ayrı– kaldırıp yüksekçe bir yere fırlatacaklar. Fırlatırlar, fırlattılar…

Kamyonet üzerime biri daha insan yığını koşuşturan asker bağırıp talimat hareket etsin hele boşaltsın bizyükünü ta o zaman açacağım gözlerimi punduna getirip kaçacağım kaçarım daha dur şimdi…

Kanleş kokusu. Gaz. Sıcaklık. Duman. Öksürük. Ve ateş!

Zeynep Sönmez