Bir sınır kasabasına (adı verilmiyor ama Kars) meczup bir adam bir yerlerden korkmuş kaçarak geliyor ve tesadüfen suda boğulmak üzere olan bir çocuğu kurtarıyor. Böyle güzel bir hareketi olmasa, yabancıları hiç sevmeyen bu kasabada barınması mümkün değilken ermiş muamelesi görüyor. İnsan şeklindeki bu tuhaf yaratık -galiba- kutsal kitaplardan çıkma, bugünün dünyasında ya saçma ya da derin/ermiş sayılacak birinin diliyle konuşuyor: hayvanlarla insanların bir ve aynı olduğunu, aynı yerden gelip aynı yere gittiğimizi filan söylüyor. Ama anlıyoruz ki, bu onun savunduğu bir fikir olmaktan çok bir varoluş şekli. Medeni toplumun hiçbir kuralı ile bağlı değil: iş yapmak, para kazanmak, mal mülk sahibi olmak, evlenmek… Para lazımsa çalıyor (ama parayla ilişkisi farklı, “kıymetini” bilmiyor), cinsel gereksinimi varsa müsait bulduğu bir yere yanaşıyor: “ruhu ve bedeni istediği için” öğretmenin kapısını çalıyor, ama öğretmen “eğitim kurumlarından geçmiş, medeni” birisi. İlkinde boş bulunup bedeninin isteğine uymuş, ikincisinde frene basıyor, utanıyor, pişmanlık duyuyor. Kosmos bundan bir şey anlamıyor. Ama kadın kendi varoluşsal gereksinimleri ile toplumun dayattıkları arasında kalmış, modern toplumun tüm zaaflarıyla malul, nevrotik, bencil (bakınız: istasyon memuruna davranışı) ve kendisi olamayan birisi. Sonunda intihar ediyor.

d39fb-kosmos_2_by_turkuturan-623c-c90a-2fe8

Kosmos, insan medeniyeti ile bozulmamış, düzen/kural dışı kozmik bir yaratık. Bedeninin ve ruhunun götürdüğü yere gidiyor. Neptün onu çekiyor, -toplumun ahlak değerlerini nereden bilsin?- kahvenin ortasında, kızın babasının yanında hissiyatını belli ediyor, adam da -bizim anladığımız, ama- Kosmosun anlayamadığı bir nedenle elinde sigara söndürüyor. Bir türlü ilerlemeyen zaman, top tüfek, boğazlanan sığırların, boğuşan köpeklerin, bağıran kargaların, kazların sesleri arasında miras kavgasından babalarının cesedini bir türlü gömemeyen kardeşler, sınırı açıp “öteki”lerle buluşmak isteyenler ve bundan dehşetle korkanlar, kendisi olamadığı için bunalan, intihar eden, hayatla baş edemediği için ilaç dilenen, boş inançlarla kendine eziyet edenlerle vb. kâinatın düzeni devam ederken bir uzay aracı/uydu kasabaya düşüyor. Yüksek frekans dalgaları cızırt bızırt -bence- dünyanın şu bastığımız yerden ibaret olmadığını hatırlatıyor. Ama ne yazık ki insanlar bu keşmekeşin ortasında evrene (kozmosa) yabancılaşmış, onun dilini anlamaz hale gelmiştir.

Battal (Kosmos), insana, tabiata, tüm canlılara, bir köpek ya da kuşun baktığı yerden bakan, aşkı ve mutluluğu onunla ruh kardeşliği içinde bütünleşmekte bulan kosmik bir yaratık. Bize içimizde, en derinimizde bulunan ve biz onu içsel bir yolculukla bulamadıkça medeniyetin, sanayileşmenin, modernleşmenin azdırdığı korku, endişe ve sevgisizliği aşamayacağımızı hatırlatan/düşündüren sembolik bir varlık, bir öykü/film kahramanı. 200 beygirlik dört çekerinin direksiyonuna oturduğunda kendini 200 beygir gücünde hisseden modern insanlara bakınca asıl insanlığın nerede aranması gerektiğine, sahte normalliğimizin altındaki derin gerçekliğimize işaret ediyor. Sesler ve mekân kullanımı, bu etkileri yaratmada çok başarılı kullanılmış. Kars’ın eskimiş Rus mimarisi, terk edilmiş binalar, bizi zamanın ve mekânın belirsiz olduğu gizemli bir atmosfere sokuyor.

Son olarak, sinema dili açısından bana ilginç gelmişti: Kosmos kahvede oturmuş insanlara ermiş lafları ederken, yer yer dudaklarının hareketi duruyor ama ses olarak konuşma devam ediyordu. Yani bir kısım sözleri o söylemese de karşısındakiler bir şeyler anlıyordu…

Murat Gümrükçüoğlu