Kanadalı yazar Alice Munro’nun her biri kadın temasının incelikle işlendiği toplam on öyküsünden oluşan “Bazı Kadınlar” adlı kitabı, Cem Alpan çevirisiyle Can Yayınları tarafından okura sunuldu.
Kitapta, kadın merkezli anlatımdan doğan birbiriyle ilişkili öyküler, iyi bir gözlemcinin bakış açışı ve gene iyi bir dil ustasının, her satırda okuru metnin içine doğru çekmeyi başaran anlatımıyla sunuluyor. Kanada doğumlu olan Alice Munro, üretkenliğiyle göz dolduran yazarlardan. Aldığı pek çok ödül ve yayımlanan eserleriyle uluslararası bir yazar olarak anılmayı başarmıştır. Bununla beraber Munro, “Kanada’nın Çehov’u” yakıştırmasıyla da bilinir. Öykülerinde varlığını açıkça ortaya koyduğu realist yaklaşımlar ve bundan yola çıkarak kurguladığı olaylar çerçevesinde seçtiği kahramanların hayatın içinden, herkesçe ve her şekilde ulaşılabilir oluşu, bir bakıma bu tezi doğrulamaktadır. Anlattığı öyküler genellikle Kanada’nın Güney Ontario ve British Colombia gibi kasabalarında geçer. Kendi ülkesinin insanını özümseyen yazar, bu insanın gerçeklerini hem yaşatmakta hem de çok iyi analiz etmektedir. Kendisine bir bölge seçer ve bu bölge insanının yaşantısını konu alan öyküler kaleme alır. Her öykü, başladığı noktadan varacağı sona kadar disiplinle hazırlanmış süreçler içerir. Bu süreçlerde karakterlerin, adeta mayasını bekleyen hamur gibi, yavaş yavaş anlatıma girişi, orada şekillenişi ve öykünün bitiminde, baştan sona kadar diri kalan bir bütünün ayrılmaz parçası oluşu, başarılı bir anlatımla verilir. Öykülerde başrol oynayan kadın karakterler yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır. Öyle ki kadın gerçekliği, yokluğunda boşluğu açıkça görülen ve fakat hayatın gündelik koşuşturması içerisinde değeri bilinemeyen bir yargıyla sunulur. Kadın hep oradadır; işinin başında, okulunda, yahut evinde! Fark edilmeyi beklerken de, kendisinin en gözde olduğu anlarda da kadın hep vardır. Duyarlı bir yazarın estetik algısıyla kaleme alınan öykülerde, üzerindekinin çok şık bir tuvalet yahut bir paçavra oluşunun hiçbir önemi yoktur. Munro öyküsünde kadın hep güzeldir. Öykülerin bütününde kadın karakterlerin birleştiği ortak nokta güç ve cesarettir. Gücünün farkına varan kadının hayatın zorlukları karşısında ne denli cesur olabileceği, algısı açık ve görüşü net olan yazarın başarılı anlatımına yansır. Boyutlar adlı öyküde Doree’nin, üç çocuğunun katili olan eski kocasına karşı tutumu ve gerçeğin karşısındaki güçlü duruşu okuyucuyu kendisine hayran bırakır. “İnsanların acı veren düşüncelerini suç işleyip ortadan kaldırdıkları ve yollarına devam ettikleri o sözümona gerçek hayat” tespiti, kitabın altı çizilesi satırlardandır. Kendiyle savaşanlar, dayatılan kurallara ayak direyenler, maceraperestler Munro öyküsünün genel karakterlerini oluşturmaktadır. Derin-Çukurlar adlı öyküde, Kent adlı gencin yıllarca ortadan kayboluşu, içsel ve dışsal gerçekliği inceleme şansının eline geçtiği bir macera olarak verilir. Burada Kent’in arzuladığı hayatın zorluklarını tek başına göğüsleyebilme isteği, kendisini ancak bu şekilde ifade edebileceğine olan inancı, varlığını yine aynı güç öğesine dayamaktadır. Bununla birlikte, insan doğasının, gündelik yaşantıdan hareketle anlatımında, okurun kendine has çıkarımlar edinmesi kaçınılmazdır. İyi bir analizci olan yazarın karakter tahlillerindeki duyarlı yaklaşımı ve olay anlatımı çerçevesinde yaptığı genellemelerdeki başarısı ön plana çıkmaktadır. Birbiriyle ilişkili yaşamlar, ayrı ayrı öyküler üzerinden kurgulanmakla birlikte aynı gerçekliğin sınırına dayanır. Bu sınır toplumsal gerçekliktir. Ve elbette bu noktada şekillenen karakterlerin merkez alındığı anlatımda, toplumsal ilişkiler baz alınır. Bazı Kadınlar adlı öykünün kadın karakterlerinden Sylvia ve Roxanne arasındaki ilişkide gerçekliği öne çıkarılan Mr. Crozier, ölümü bekleyen bir lösemi hastasıdır. Öyküde, ölüme yakınlığın ciddiyeti ve hiç ölmeyecekmiş gibi devam eden yaşamın neşesi bir arada sunulmaktadır. Yaşamın son demlerinin ölüme olan yakınlık-uzaklık mesafesi yazar tarafından başarıyla kurgulanır.
Üretkenliğiyle göz dolduran Munro, metinler üzerinde ustaca bir kontrole sahiptir. Onun anlatımında olayın heyecanı kadar karakterlerin merakı da diridir. Öykülerin genelinde ortaya çıkan sanatsal gerçekçilik, karakterler ve olaylar üzerinden verilir. Bununla birlikte anlatımın nihai hedefe varışı, öykülerin geneli için tatmin edici bir bütünlük sergiler. Bu noktada yazarın izlenimleri kadar öngörüleri de önemlidir. Yazmakla kalmayıp aynı zamanda resmettiği öykülerde deklanşöre basmadan önce gölge-ışık dengesini başarıyla kurar. Derinliğin incelikle işlendiği karmaşık ama zekice kurgulanmış öykülerdir onun öyküleri! Ve kendi öyküsünü yine kendi cümleleriyle özetleyecektir: “Başka bir boyut söz konusu olmalı, ya da sonsuz sayıda boyut!”
Esra Özdemir Demirci
Hece Öykü dergisinin 46. sayısında (Ağustos-Eylül 2011) yayımlanmıştır.