77387484_10156847689556814_8509959419025424384_n
Mehmet Can Şaşmaz

Bir gün bitecek. Cavidan unutulmuş bir sigara gibi kendi kendini kül edecek. Sisle örtülen nehirler gibi güzelliği de endamı da görülmeyecek.

Önce saçlarını unutacak; kahverengi, lüle lüle saçlarını. Ardından kaşlarını anımsamayacak. Ortasından kıvrılan bir hilal gibi miydi yoksa ucuna doğru yükselen bir yay gibi miydi? Bunu anımsayamayacak.

Yüzü tepeden aşağı bir köpük gibi eriyecek ama mesele gülüşünü unutmakta ve sesini, kendine has sözcüklerini. Aslında bunları da unutmak an meselesi; kaşları çatık, üvey anne gibi kızgın bir anında dilenden dökülen sözleri işittiğinde… Asıl mesele duyulanı akılda tutmakta!

Mehmet ceketini çıkarıp, berber koltuğuna kuruluyor. Şimdi ayrılar mı yoksa hâlâ sevgililer mi onu bile anlamıyor?!

Tartışmaktan yoksun, beceriksiz bir kadın! Kendine mi güvenmiyor, duygularına mı? Kızdığı vakit dudakları tehditkar bir namlu, ayrılık an meselesi.

Koltuğun rahatlığı gerginliğini alır gibi oluyor. Kafasını geriye yatırıp elini çenesinin altındaki dikensi sakallara sürdü sonra başını çevirip, parmaklarını favorisinin üzerinde gezdirdi.

“Saç mı sakal mı?”

“Sakal tıraşı olacağım. Şu favorileri de incelt.”

“Olur abi.”

Genç berber tezcanlılıkla usturanın jiletini değiştirip, sıcak suyu hazırladı. Mehmet’in boynuna havluyu sarıp, çoğu müşterinin hangi ara köpürttüğünü anlamadığı sabunlu fırçayı yüzüne dairesel hareketlerle sürmeye başladı.

Fırçanın sıcak kılları yüzünde gezinince Mehmet keyiflenip gözlerini kapattı. Yalnızca sakalları değil adeta bedeni de yumuşayıp mayışıyordu. Berberse onun bu hali karşısında masal anlatıcısı uykuya geçmiş bir çocuk gibi huzursuzluğa kapılıp, dudak büktü; çünkü Mehmet ile kapının önüne park ettiği güzel otomobili hakkında konuşmak istiyordu ama geçen her saniye adamı bir rüyaya kaptırıyordu.

Buna engel olmalıydı! Neden sonra eline usturayı alınca cesaretlenip;

“Abi şöyle biraz yukarı çıksanız…” diyerek kendini fark ettirdi.

Mehmet günler süren bir uykudan uyanır gibi gözlerini açtı. Kısa bir süre aynanın üzerinde asılı olan aktörün fotoğrafına baktıktan sonra kıpırdanıp kendini yukarı çekti.

“Favoriyi boydan da kısaltayım mı?”

“Hayır. Boyu iyi.”

Berber usturayı müşterisinin yüzüne değdirince sanki el alışkanlığıyla bir dil alışkanlığı edinmiş gibi sohbete girdi.

“Buralarda mı oturuyorsunuz?”

“Sayılır, aşağı mahalledeyim.”

Sözü daha Chevrolet’ye getirmeden bir yanağı bitmişti bile. İşi ağırdan almaya başladı. Saç tıraşı yapıyor olsa sohbet kendiliğinden Chevrolet’ye gelirdi ama şimdi bu kısıtlı sürede içi içini yiyor, ne söyleyeceğini bilemiyordu ki; karşısındaki sanki sihirli bir aynaymış da Mehmet o aynadan düşüncelerini görebilmiş gibi;

“Sizin bu mahallede de çok dükkân var; park yeri bulmak sıkıntı.”

Berber sevgi dolu sözler duysa bu kadar sevinmezdi. Gözleri ışıl ışıl parıldadı;

“Evet abi, esnaf dükkanının önüne araç bıraktırmıyor.”

“Sen de kapının önüne iki çamaşırlık koymuşsun.”

“Mecbur abi. Dükkânda yer sıkıntısı var. Sizin araba Chevrolet’ydi galiba, geçerken gördüm de.”

“Evet, doğru görmüşsün.”

“Nasıl araba, memnun musun?”

“Ben görünüşünü çok beğenip aldım. İç dizaynı da çok hoş, malzemesi kaliteli. Güvenli araba; sekiz hava yastığı var. Yol tutuşu da iyi, oturaklı araba ama biraz hantal. Bin altı yüz motor bunu taşımıyor. Gerçi bin altı yüz olmasına rağmen o kadar çok yakıyor ki… Yakıtı bezdirdi beni.”

“Yüz kilometrede ne kadar yakıyor abi?”

“Vallaha öyle hesapları bilmiyorum da üç günde bir benzinlikteyim. Geçen gün pompacı ‘Abi sen korsan taksi misin?’ diye ciddi ciddi sordu. Patavatsız hıyar. Artık benzin istasyonunu değiştirdim. Güzelliğine vurulduk aldık ama iç güzellik daha önemliymiş. Otomobilin de içi, motoru!”

“Haklısın abi, her şeyin iç güzelliği önemli.”

Ustura yüzünden kayıp sakalları kesildikçe esmer teni çıkıyordu. Bu yüzün altında da bir yüz bir olduğunu düşündü. Hayal kırıklıklarıyla bezense de insanlara ve hayata olan inancından vazgeçmeyen bir adamın yüzü kendini kimseye göstermeden duruyordu.

Peki ya Cavidan’ın kaç yüzü vardı? Bir yüzü gülen, sevgi dolu, güvenilir; öteki yüzü öfkeli, sevgisiz, anlaşılmaz, korkusuz!

Oysa sevmek tutkulu olduğu kadar korkulu da olmalı. İncitmekten korkmalı, kaybetmekten, yüzüne düşen bir gölgede, uzaklara dalıp giden bir bakışta telaşlanmalı. Dil zehirlidir, sözcükleri özenerek seçmeli, ama Cavidan’ın dudakları hep tehditkar bir namlu. Mehmet onun için sanki olmasa da olur bir tanıdık gibi. Kızınca hep ayrılık teranesi!

Berber başka marka arabalardan söz açıp sohbeti devam ettirmek istiyordu ama Mehmet ona karşılık vermek söyle dursun, onu duymuyordu bile. Birden içi sıkılmıştı. Birazdan güzel kokular ve tıraşlı bir yüzle kapıdan çıkıp; gene Cavidan’ın kapısına gidecek, onun gönlünü almak için uğraşacaktı.

Telefonu günlerdir açmıyordu, hattın ucunda aşılmaz bir ses duvarı!

Nasılsa bir anda içini bir meyhane yalnızlığı kapladı. Oturduğu koltuk bir sandalyeye dönüştü, berber bir garsona devşirdi. Kolonya ve parfüm şişeleri sanki içkiyle doluverdi. Az daha “Bana bir duble rakı ver.” diyecekti ki, dışarıdaki patlama sesi onu kendisine getirdi.

Çocuklar mahallenin delisini korkutmak için onun yakınlarında gene torpil patlatmıştı. Berber bu durumu tahmin ettiği için çocuklara birkaç sövüp sövüştürdü. Mehmet şaşırdı; demek hâlâ delisi olan bir mahalle vardı!

Kendi âleminden sıyrılmak isteyerek; yansımalar âleminden sokağı izlemeye başladı. Bir kedi çöp kutusundan hızla aşağı atladı; peşinden bir erkek çocuğu koşup; “Kaçma, kaçma!” diye bağırdı. Tabii ki durmadı kedi, çocuk koştukça sesi uzaklaştı. Ardından, aynanın içinde salına salına geçen bir genç kız belirdi; üzerinde, kıvrımlarını gösteren tek parça bir elbise vardı. Sarı saçları omuzlarına dökülmüştü. Aynanın içinden geçmesi sanki dakikalar sürdü. Yüzü tam görülmese de güzelliği seziliyordu. Başını hafifçe geriye atınca, saçları savruldu.

Âlemler birbirine karıştı. Mehmet’in içinde ustura kanatlı kuşlar havalandı; eskiyi kesip, parçalamak ister gibi!

İşte, görüyordu, ne kızlar vardı; artık Cavidan’la uğraşmasa mıydı? Geri alınmaz, ağır sözleri bir tokat gibi suratına çarpabilir; bu dönüşünü zorlaştırır, işini kolaylaştırırdı!

“Bu kız bu sokakta mı otuyor?”

Berber başını kaldırıp aynaya baktığında güzel kız çoktan başka yansımalara karışmıştı. Örneğin o an giriş kattaki bir evin, salon penceresinin camındaydı yüzünün bebeksi sol yanı.

“Hangi kız abi?”

“Neyse, boş ver.”

Mehmet Can Şaşmaz