90b8d-img-20140611-wa0010
Ayşegül Kocabıçak 

İki koca poşetle kaldım sınıfta. Annem şimdiye gelirdi. Geç kaldı.

Pazara da geç kalacağız. Cuma oldu mu annem beni okuldan alır pazara gideriz, köyün en büyük marketine gideriz. Ne istersem alır annem, parasının yettiğince. Paramız bitiyor dedikten sonra, bir şey canım istese de demem zaten.

Köy değilmiş burası aslında ilçeymiş. Hayat bilgisi dersinde öğrendik. Alpu ilçesi ama hep köy der herkes. Ben babaanneme söyledim bir gün. “Babaanne burası köy değilmiş, ilçeymiş, belediyesi varmış.”diye. “Eski köye yeni adetler çıkarma anan gibi.” dedi.

Öğretmen bile çıktı gitti. Pazara gidecek kesin.

Oh! Geldi güzel annem.

“Nerde kaldın anne?”

“Cüzdanımı unutmuşum yarı yoldan geri döndüm, koşarak geldim ama çok bekledin değil mi?”

“Gelecektim eve doğru ama sıra örtülerini yıkama sırası bizdeymiş, baksana!”

“Olsun, hadi pazar arabamıza koyalım, markete bırakırız, eve giderken de alır geçeriz.”

Bütün köy pazarda. Eşe dosta selam vermekten alış veriş yapmak zor. Rengârenk. Meyveler sebzeler. Etek alacağız bir de bana. Geçen hafta paramız bitince gördüydük. “Haftaya” dediydi annem.

Diğer günleri bilmem, karıştırırım çoğu zaman ama pazarın kurulduğu gün cumadır. Cuma günü gelene kadar anneme sürekli bugün günlerden ne diye sorar dururum.

Sıra örtülerini Ahmet abiye bıraktık. Ahmet abi köyün en büyük marketinin sahibi. Annem, babam, o ortaokulu beraber okumuşlar. Ne zaman annemle markete gelsek, hemen yanımıza gelir. Bana bedavadan bir şeyler verir. Anneme hal hatır sorar. Annem bir utangaç olur sanki, kaçar gibi. Ben severim Ahmet abiyi. Annem de sever ama çok konuşmaz. Alacaklarını alır, hızlıca çıkar.

Ne istersem aldı annem yine. Babam yeni para göndermiş. Eteği de aldık. Pembeli sarılı çok güzel. Balerin eteği. İkimizin de elleri dolu. Pazar arabamız da dolu.

Avludan girerken örtüler geldi aklıma.

“Anne, örtüleri unuttuk.”

“Babaannene söyleriz, alır marketten.”

Babaannemle aynı avluda evlerimiz. Onlarınki büyük, bizimki iki oda. Annemle babam evlenirken yapmışlar bizimkini. Yatmadan yatmaya geçiyoruz zaten. Hep babaannemdeyiz. Babam gelince daha çok kendi evimizde kaldığımız da oluyor ama o yokken böyle. Babaannem, amcam, annem, ben.

Bahçedeki çeşmenin yanına meyve poşetlerini çıkarıyor annem.

“Ben süzgeci getireyim sen meyveleri burada yıka.”

“Bana ne! Ben eteğimi giyip Betül’e gitmek istiyorum.”

“İyi madem git giy bende bakayım, olacak mı?”

Koşarak gidip giyiyorum. Hem iş buyurur, hem de ben hayır deyince hiç itiraz etmez annem. Kimseye itiraz etmez. Babam da hep der. Köyün en güzel, en iyi huylu kızını ben kaptım, şanslı herifim evelallah.

O meyveleri çeşmede yıkarken, ben eteğimle kendi etrafımda iki tur atıp, bağırıyorum.

Gidiyorum!”

“Dur bakayım, pek yakıştı. Gerçekten balerin gibi oldun. Gel öpeyim seni.”

“Balerinler öpülmez.”

“Öyle mi? Gelince eteğini çıkar da o zaman öpeyim öyleyse.”

Döne döne avlu kapısına giderken o da yıkadığı meyvelerle küçük evimize giriyor.

“Avlunun kapısını kapat, köpek giriyor.”

Kapatmıyorum. Betüllere doğru yollanırken Ahmet abiyi görüyorum. Elinde sıra örtüleri.

Betül eteğimi çok beğeniyor. Oynuyoruz. Televizyon çekimi yapıyoruz. Bale gösterisi. Dönüyoruz, dönüyoruz. Başımız dönünce arkamızı dönüp ekrana popo sallıyoruz. Sonra önümüzü dönüp elele tutuşup eğilerek selam veriyoruz ve en sonunda tek kolumuzun üstünde yere bayılıyoruz. Barbi çizgi filmindeki kuğu gölü balesinin finalini yapıyoruz.

Eve döndüğümde babaannemin sesi avluyu dolduruyor. Komşular camlarda, kapılarda. Koşuyorum.

“El dese inanmazdım, gavur kızı. Kendim gördüm. Kapıdan çıkıyordu. Allah belanı versin.” Çeşmenin başına oturmuş, yemenisi çözülmüş, dizlerine vura vura bağrınıyor. Annem dizinin dibinde ağzını kapatmaya çalışıyor. Ağlıyor.

“Anne sus ne olur, örtüleri getirmiş, sus yalvarırım.”

“Oğlum yok diye eve sokmuş, eski yavuklusunu!”

“Rezil ettin bizi millete. Ben oğluma ne derim şimdi. Emanetin elleri eve aldı hem de güpegündüz. Allah belanı versin.”

Annem babaannemi kaldırmaya çalışıyor, susturmaya çalışıyor. Kah çekiştiriyor kah ellerini öpüyor ama hep aynı şeyleri söylüyor.

“Anne sus, yalvarırım.”

Ben anneme koşuyorum, komşular avlu kapısında. Fıs fıss…

Babaannem beni çekip alıyor. Amcam komşuları ittirip avlu kapısından giriyor. Annem amcamı görünce “Abi nolur bir şey yap.”

Amcam girince susuyor babaannem. Komşular bir iki adım geriliyor ama gitmiyorlar. Amcam anneme bir tokat patlatıyor. Ben babaannemin arkasına saklanıyorum. Annem eve kaçıyor.

Babaannem tokattan sonra tekrar coşuyor.

“Ah oğlum, kardeşinin namusu iki paralık oldu. Ben ta başından dedim. Alma o kızı. O bakkalın oğluyla dedim. Bak sonunda ne oldu. Ara kardeşini gelsin. Bunun anasını da ara gelsin götürsün aşifteyi.”

“Girin hele eve girin.”

O gece çok uzun geçiyor. Anneme gidemiyorum. Babaannem çok horluyor, uyuyamıyorum. Eteğim hâlâ üstümde.

Gün ışır ışımaz, sessizce kalkıp anneme koşuyorum. Dünden borçlu olduğu öpücüğümü almak istiyorum. Ağlama demek istiyorum. Akşam gelecektim babaannem salmadı demek istiyorum.

Çeşmenin başında dünden kalan, annemin yıkarken düşürdüğü çilekler var. Komşular uyuyor. Avlunun kapısı açık. Köpek falan da girmemiş işte!

Kendi etrafımda döne döne evimize gidiyorum. Küçük evimizin önündeki çamaşır ipinde birbirinin aynısı on yedi tane mavi örtü dalgalanıyor. Rüzgâr estikçe eteğimi kaldırıyor.

Kapıyı kilitlemiş annem. Çeşmenin başındaki tahta iskemleyi alıp pencereyi tıklatmak için duvara dayıyorum.

Demir parmaklıklara tutunarak kendimi yukarı çektiğimde annemin ayakları tavandan sallanıyor.

Parmaklıkları tutan ellerimi ağzıma götürüyorum. Tahta iskemle ayağımın altından kayıveriyor.

Ayşegül Kocabıçak