02bc8-sivas

2 Temmuz 1993. Ne çok şey söyledik, neler oldu, yine aynı yerdeyiz: anılarımızın ve acılarımızın yanı başında…

“Beni hoyrat bir makasla / Eski bir fotoğraftan oydular” diyen şair orada işte, karşımızda.

2 Temmuz 1993. Dokuz yaşındaydım ben, aklım almıyordu yine de. İlk defa bir devlet cinayetini naklen izlemiştim, televizyonda.

“Anamın bıraktığı yerden sarıl bana” diyen şair orada işte. Gülümsüyor, elinde sigarası.

2 Temmuz 1993. Yaralı Semah demişti başka bir şair.

2 Temmuz 1993. Dikili’de, bir çınar altındaki kahvede, katliamdan kurtulmuş bir adam, artık matematik öğretmeni, 16 yaşının dumanlı ölümünü anlatırken ağlıyor. O gözyaşları…

Yarın sabah evden işe doğru çıktığımda Metin Altıok parkının önünden geçeceğim, güleç muhtar ablamıza, sakallı hacı abiye selam verip “Metin Altıok bu evde yaşamıştır” yazısı asılı apartmanın önünden geçip gideceğim.

Bir sene daha geçecek. Bir sene daha. Bir sene.

2 Temmuz 1993. 2 Temmuz 1993. 2 Temmuz 1993.

Bir gece, keyifli bir gece, dostumla otururken Yel ve Gül’ü alıyorum elime, rastgele açıyorum: Ölümden Konuşacaktık.

“Gel ölümden söz etmeden önce / Bir şeyler içelim seninle. / Buğulu bir bardağın içinde, / Buzlu ve limonlu votkayla birlikte / Konuşalım ölümden”

Evet, biz de içtik. İçmiştik.

Ama sonra yine aynı şiirde: “Hadi gel ölümden konuşalım; / Yüzünü al basmış hasetçiden / Ve onun elindeki kuru değnek bile / Filizlenir sevgimizden.”

Peki, sormak istiyorum, neden Metin abi, böyle yan yana durur hep, ölüm ve aşk?

Bir sigara içimi olsun görebilmek isterdim seni.

2 Temmuz 1993. 2 Temmuz 1993. 2 Temmuz 1993.

Kahrolalım! İşte yine aynı yerdeyiz: anılarımızın ve acılarımızın yanı başında…

Onur Çalı