nazli-karabiyikoglu

Bir.

Deniz gören bir kahvede yalnız bir kadın gördüm mü dayanamazdım. Kadın, en uzağa bakmaya çalışır gibi, gözlerini kısar. Omuzları içe kapanmıştır. Beni en çok o omuzlar hüzünlendirir. Yanına kimsenin oturmayacağından emin garsonlar, masasındaki diğer sandalyeleri çekip başka masalara vermişlerdir. Bu da yetmezmiş gibi kadıncağız ne zaman bir çay daha isteyecek olsa gözleriyle dakikalarca garson aramak zorunda kalır. Arka masasındaki kahkahaları olgunlukla karşılar, nasıl olsa zamanında kendisi de pek çok gülmüştür. Şimdi saçma kahkahaların sırası değildir. Mesele, burada, deniz gören kahvelerde oturan tüm kadınları temsilen oturmak, içilebilecek kadar çay içip zincirleme sigaralar yakmaktır.

Ben kadının ardında durur, onu bir süre izlerdim. Garsonu çağırır, eline biraz para bırakıp o masaya bir çay götürmesini buyururdum. Kaybolurdum. Böyleydim, bu kadardım. Bütün heyecanım, vicdanımın rengini açan tek şey buydu. Gün boyu yürür, kahveleri gözlerdim. Akşam olup kadınlar evlerine çekildiğinde, ister istemez ben de evimin yolunu tutardım. Gece boyu bir demlik çaya başımı yaslardım. Topal kedimle uğraşırdım. Geceler geçsin diye kadınları, omuzlarını, ağır aksak çay içişlerini çevirirdim zihnimde. Denizler, kadınlar, omuzlar…

İki.

Çatılara çıkıp şehre bakıyordum. Bir avuç kuş, bir avuç ağaca saklanıyordu. Evlerin birinden piyano sesi, evlerin birinden öpüşme sesi… Güneş hep çatlak duvarlı evlerin üzerine batıyordu. Sokaklardan geçerken nem kokusu başımın içini basıyordu. Konuşulan dili anlamıyordum. Koltuğumun altına sıkıştırdığım kitapları okumuyordum. Yanımdan geçip giden insanların tatlı ekşi ter kokularını bir süre burnumda tutuyor, ardından burnumu koparıp denize atmaya çalışıyordum. Metro girişindeki merdivenlere oturup, saydığım ayakkabılarla yeni bir ülke kurma düşüncesi aklımdan çıkmıyordu. Kendimi yazmaya davrandığım her seferinde, yazdıklarıma ‘bir uyumsuzun notları’ gibi klişe başlıklar buluyordum. Ben uyumsuz değilim, ben deli değilim, yazılı kâğıtları karalıyordum.

Doğru düzgün yapabildiğim şeylerden biri yürümekti. Çatılara çıkmak artık yorucuydu. Oysa yürümek… Durmadan, hızlı, yavaş… Denizin kenarından usulca…

Bir kahvede durdum. Oturdum. Çay söyledim. Orada, tek kişilik sandalyem kadar sözüm vardı. Beş kişilik çay içmem lazımdı. Kalkacağımda bir çay eksik hesap ödedim. Önemsemedim. Ertesi gün uzun yürüyüşümü yine aynı kahvede bitirdim. Yine bir çay az para çıktı cebimden.

Beş, on, yirmi beş… Bir akşam hesap tam geldi. Sabahla akşam arasında ritim tutturmaya çalışırken hayata, eksildim sanırken çoğaldım.

Üç.

Dizginleri iki avucumun içinde tutup kendimi atımın üstüne çektim. Topuklarımı üzengiye basıp atı dürttüm. Adeta yürüdük. Sabahın pusu zeytinliklerin üzerinden dağılıyordu. Taşlık yolu tuttuk. İsimsiz küçük köyü geçtik. Çocuklar daha ilerideki büyük köyün okuluna gitmek için toplanmışlardı. Ortalarından geçerken, çığlık çığlığa ata dokunmaya can atarak peşimden koşturdular. Durup kara oğlumu okşamalarını bekledim.

Dizginleri biraz salıp oğlanı rahat bıraktım. Aşacağı tepeden sonra ineceği koyu bilirdi, üzmezdi beni. Topuğumla karnını okşadım. Süratliye kalktık, zaman inceldi. Koptu. Capcanlı toprağa baktım. Üç ağaç gövdesinin kuruyup dallarını saldığı mavi göğe… Nal sesinin kulağıma doldurduğu yerlerde zevkle kıpırdandım. Ilık hava yüzüme karıştı. Tık tıkıdık tık tıkıdık geçtiğim bu toprakların saklayıp yoğurduğu bir anlatılmamışlık vardı. Milyonlarca nalın basıp geçtiği patika yolun dillendirilmemiş masumiyeti…

Rüzgârın hırçınlığının eve gitme güdüsünün üstüne kurulduğu, çalılıklarda yakılan ateşlerin alelacele söndürüldüğü, insanların sahip olmadıkları her şeyi özledikleri kısık bir anda, kurbağa seslerinin izini sürüyorum. Atımı seslerin içine sürüyorum.

Demircili Köyü’nün yokuşunu iniyoruz. Sağda aniden deniz beliriyor. İşte!

İleride koca bir ayçöreği gibi kıvrılmış kıyı ve kendini bandığı turkuvaz deniz. Dizginleri toparlayıp sertçe oğlanın karnını dürtüyorum. Dörtnal tepeden aşağı kendimizi bırakıyoruz. Tok nal sesleri… Atımın güçlü burun deliklerinden taşan nefes…

Ritmi hiç bozmadan dörtnala dalıyoruz denize.

Nazlı Karabıyıkoğlu