
Dolunay daha çıkmamış. Hep yetişilecek bir yer telâşında, her zamanki gibi erkenciyiz. Balıkçı lokantası değildi, meyhane de sayılmazdı. Dolunayı seyredebileceğin bir deniz kıyısı; beğenmezsen çekip gideceğin topu topu üç masa. Her biri ayrı hava çalan sandalyeler, örtüsüz masaların çevresine dizilmiş. Tahta sandalyeler, plastik olanlarla dalga geçmek için lodosun azıtacağı zamanı bekliyor, öyle bir genişlik üzerlerindeki. Ağacın dalına asılmış radyodan dökülen bir hâdise var can ile cânân arasında… Kediler ortada yok henüz.
Çürümüş, artık kullanılmayan iskelenin yanı başına betondan yenisini yapmışlar. Tahta iskelenin önündeki masaya oturuyoruz. Yola çıktığımızdan bu yana ilk defa konuşuyorsun: “Korkuluğa yaslanma, denizi boylarsın!” Derme çatma barakadan elindeki plastik leğeni sallayarak yeni yetme bir kız çocuğu çıkıyor. Arkasından da ağzında sigarasıyla annesi olabilecek iri yarı kadın. Kız elindekini bırakıp zor taşıdığı bir kova getiriyor içeriden. Ayağında parmak arası terlikler, tırnakları acemice boyanmış. Barakanın önündeki beton basamağa oturup su dolu kovadan alıp ayıkladıkları midyeleri mavi leğene atıyorlar. Kız, kabukları doldurduğu çöp torbalarını barakanın yanındaki açıklığa taşıyor. Midye kabukları denize atılacakmış, yeniden üremesi için. Öyle diyorsun; “yoksa bunca insana nasıl yeter boğazın midyesi…” Kısa boylu, saçı sakalı birbirine karışmış adam, üç masanın ve az ötedeki barakanın sahibi olmalı. Masamızı kirden rengi atmış bir bezle siliyor. “Lüfer başladı mı?” diye soruyorsun, “Daha erken” diyor, boncuk gözleri fıldır fıldır. Denizden bugün ne çıktıysa onu yiyecekmişiz. Bezi iğdenin dalına iliştiriyor. Radyonun da asılı olduğu ağaca iğdeliği yakıştırdım, akasyadır belki. Sakallı, masalara servis yaparken kaşla göz arasında pencerede duran fesleğenin yanına bir bardak rakı bırakıyor. Salı pazarından aldığım V yaka, bordo desenli elbise üzerimdeki. Lodos kendini hissettiriyor. Şu, sırtıma bir hırka almama âdetim yüzünden ürperiyorum. Pahalı lokantalardaki gibi şal bulundurmuyorlardır müşterileri için. Yan masadaki gürültücü grubun en yaşlısı “Geçen seferki gibi beş tane izmariti ekmeğe katık etmeyelim aman!” diyor. Sakallı hafif mahcup, “Olur mu hiç, mezgit, barbun çok, hem olmasa da iki yumurta kırıveririm size!” Kahkahalar, sataşmalar…
Ameliyattan sonra yine geliriz,” diyorsun. Kafa sallayıp rakıyı dikiyorum. Boğazımdaki yumru yine de geçmiyor. “Aç karnına içme!” diye uyarıyorsun. Kara kedi ile göz göze geliyoruz. Diğerleri boncuk gözlü adamın elindeki kızarmış barbun tabağının peşinde, kediler anason kokusunu duyarlar mı acaba? Ayağı aksak kedi, yan masadakilerin attığı ekmek parçalarını koklayıp burun kıvırıyor. Kadın midye ayıklamaya ara verip barakadan iki tabak, çatalla çıkıyor. Basık kapıdan geçerken boyunun uzunluğu dikkatimi çekiyor. Salına salına elindekileri bizim masaya bırakıyor, üzerine oturan çivit mavi bluzunun içine bir şey giymemiş. Memeleri umurunda olmayan bir kadın o. Memelerimi bol gömleklerle gizlediğim gençlik yıllarımı, kambur duruşum yüzünden çektiğim sırt ağrılarını anımsıyorum. Daracık tişörtler giyen sıska kızlara özendiğim yıllar. Zamanın geçişi, keşke dediklerim, kıyıya vuran başıbozuk dalgalar gibi gözümün önünde.
Bir sigara daha yakıyorum. Bu gece birbiri ardına içtiğim sigaralara ses çıkarmıyorsun. Oysa her şey normal olsun, kavga edelim istiyorum.
Kadın ağzında sigarasıyla yan masanın eksiklerini tamamlıyor. Barakaya girip çıkarken fesleğenin başını okşayıp avcunu kokluyor her seferinde, rakısından bir yudum almayı ihmal etmeden. Ay kendini gösteriyor, çiçekli perde uçuşuyor. Sakallı, kızarmış midye dolu iki tabağı yan masaya bırakırken lodosun azıtacağını söyleyen genç adama, ” durulur birazdan yaz lodosu bu, güz lodosu gibi önüne kattığını yerden yere vurup tekneleri parçalamaz, merak etme doktor bey!” diyor. “Öyle diyorsan öyledir,” diye yanıtlıyor genç adam. Geçen yaz çıktıkları mavi yolculuk anılarına dönüyor yeniden.
Doktorum “Birlikte zaman geçirin bu gece. Dolunayı keyifle izleyeceğiniz bir kadeh de rakı içebileceğiniz sakin bir yer önereceğim size,” dedi. Çekmeceden aldığı bezle gözlüğünü silerken “bir kadeh ama!” diye uyarmayı ihmal etmedi. Yolu bozuk olduğundan pek bilinen bir yer değilmiş. Kimse öğrensin de istemiyormuş doğrusu. “Böyle yerler öyle azaldı ki ama bu gece siz gidin,” diyerek yatış işlemlerini yaptıracağımız kâğıdı elimize tutuşturdu. “Ameliyatınız planladığımızdan uzun sürebilir, konusunda deneyimli üniversiteden hocam da girecek. Size birtakım belgeler imzalatacağız; kural gereği… Açtığımızda ne ile karşılaşacağımızı bilmiyoruz.” Karmakarışık masadan birkaç kağıt daha uzattı “sonra okursunuz acelesi yok!” Biz odadan çıkmadan, bakışlarını bilgisayarın ekranına kilitledi, “iyi günler” dileyip çıktık. Yıllar geçtikçe kurtulacağı acıma duygusunu kimi hastalarına uygun gördüğü ayrıcalıklarla sağaltıyor olmalıydı.
Tabağımda kalan barbunları, bacaklarıma sürtünen kara kediye veriyorum, diğerleri de etrafıma toplanıyor; balık yeme becerilerine şaşıyorum. Yan masadaki kadınlardan biri küçük çığlıklarla su atıyor üzerlerine. Kedilerin sudan korktuğunu bilmiyordum.
“Üşüyorsan…”
“Üşümüyorum, ama gitmek istiyorsan…” Duymazlıktan geliyorsun.
“Uykum geldi, gidelim,” diye üsteliyorum. Zaman yitirmeden hayali bir kalemle boşluğa yazarak hesabı istiyorsun.
“Alkol kontrolü başlamadan kalktığımız iyi oldu,” diyorsun, saatine bakarak.
Boncuk gözlü sakallı, bırak o zıkkımı da gir içeri, bulaşıkları yıka deyince kadın gülüyor arsız arsız, adam da..
Ay bulutun arkasından çıkıyor, üşümüyorum artık. Kadın sigarasının dumanını dolunaya savuruyor. Lodos alabildiğine…
Aysun Kara
İnce bir sızı ve yalnızlık bıraktı bende bu Yaz Lodosu…servet