712bc-mary-kuzmenkova-33

Sevgili Murat Bey,

Sevgilim yazabilmeyi tercih ederdim aslında. Altı yıllık samimiyetsiz ama seviyeli ilişkimizden kalan tüm duygularımı samimiyetimle anlatmak istiyorum.

İnternet üzerinden başvurduğum iş ilanınıza “gelin görüşelim” cevabı verdiğiniz, o fevkalade günü hatırlar mısınız? Cevabınızı görür görmez, son üç aydır her iş görüşmesine giyip eve dönünce havalandırıp kaldırdığım mini etekli döpiyesimi alelacele üstüme geçirip koşarak gelmiştim.

Yeni bir şirkettiniz, üç yıl önce kurulmuş. Kuruluşunuzda işe aldığınız yönetici asistanınıza âşık olup evlenmeye karar vermenizle, onun yerine geçecek bir eleman ihtiyacı doğmuş. Cüretkâr mini eteğimle cesurmuş gibi yapmaya çalışarak karşınıza oturmuş, ilk birkaç cümlenizden sonrasını pencereden girip gözünüzde son bulan ışık huzmesinde yitirmiştim. Dışarıdan gelen mi, gözünüzden çıkan mı aydınlatıyordu odayı? İki ışık birbirini kesiyordu ama hangisi daha parlaktı? Kesişen ışıklardan yansıyan kırılmalar tüm odayı aydınlatıyor, yüzüme, gözüme, kalbime vuruyordu.

Odadan çıkarken, işe alındığımdan başka bir şey bilmiyordum. Artık hiçbir şeyi duymuyordum. Gözlerim kamaşmış, dilim damağıma yapışmış, kalbimin gümbürtüsünden ayaklarımın ritmini şaşırmış, sesini yitirmiş kurbağa vıraklaması gibi bir ses çıkarıp odadan çıkmıştım.

Altı yıldır da yarı kör, yarı sağır halimle devam ettim.

İlk iki yıl hiç görmediniz beni.

“İki çay Hülya Hanım!”

“Bilmem kim beyin telefonunu bağlayın Hülya Hanım.”

“Jale’nin doğum günü çiçek yollamayı unutmayın Hülya Hanım.”

Odanıza her girdiğimde on saniye fazla kalabilmek için her yaptığımı en ince ayrıntısına kadar anlatırdım. Kafanız, önünüzdeki işe gömülü “hı hı”lardınız. Ezkaza kafanızı kaldırıp da gülüverirseniz “Beğendi beni, yemin ederim beğendi.” deyip, akşama mahalledeki kedilere ciğer alıp dağıtırdım.

Evli bir adama âşık olmak günahtı tamam ama acı veren her şey sevapken, bu neden günahtı? Son derece acıtıyordu işte.

Jale hanım gelirdi sık sık. Güzeldi. Taa arabasında karşılardınız. Çocuk bile istemediniz memeleri bozulmasın diye (tamam bunu ben uyduruyorum ama niye olmadı o zaman bunca yıl?).

Jale olurdum akşamları evde. Ev halinizi düşlerdim. Pijamalı Murat Bey, pijamalı Jale.

Ben Jale olsaydım kendi ellerimle soyardım sizi, işten dönünce. Kendi ellerimle yıkar, giydirirdim. Şaka değil yeminle! Neler yapmazdım ki? Yatakta kahvaltılar, masajlar, özel yemekler. Bütün gün değişik sürprizler. Gözleriniz elleriniz falan değil, sırf sesinizin tınını kulağımın dibinde duyabilmek için, sırf bir kerecik Hülya dediğinizi duyabilmek için, bir ömür hizmetçiniz olurdum.

Son iki yıldır daha iyiydik. Ortadaki iki yıl da? Bilemedim ki! Hep âşıktım…

Kaç defa iş gezisine gittik. Yan yana odalarda uyuduk. Jale Hanım beni aradı hatta birinde “Aman şekerim göz kulak ol benimkine, güven olmaz bu erkek milletine.” dediğinde, “Hiç merak etmeyin, gözüm üzerinde.” hatta istesem de gözlerimi bir saniye bile ayıramıyorum başka bir yere demiş miydim, hayır tabi ki tırnak işaretiyle kestiğim yere kadar söyledim işte.

İstifamın nedeni; altı yıl önce gözlerinizden yayılınca günışığıyla kesişip, kırılmaları odayı dolduran ışık yok artık. Karanlık bakıyorsunuz. Gözlerinizin altında dalgaların sahilde bıraktığı izler var. Giydiğiniz her şey üstünüze bol, ruhunuza dar geliyor sanki.

Dayanamıyorsunuz artık. Çok seviyorsunuz ama dayanamıyorsunuz. Ne hediyeler, ne tatiller, ne ailesine yaptığınız yardımlar mutlu etmeye yetmiyor Jale hanımı.

Bütün konuşmalarınız “Tamam hayatım sen nasıl istersen.” diye bitiyor. Sonra benden kahve istiyorsunuz, sonra başınızı kollarınızın arasına alıp masaya dikiyorsunuz gözlerinizi. Kahve soğuyor, tadı kalmıyor. Tadım kaçıyor.

Hâlbuki kahvenizi soğutmasanız, eskiden olduğu gibi Mozart ya da Beethoven eşliğinde içseniz, koltuğunuzda dönüp, çekmecenizde duran Che’nin kitabını gösterip, “Ben eskiden devrimciydim Hülya hanım, bakmayın şimdiki burjuvalığıma…” deyip gülseniz!

“Aman boş verin” diyesim var.

“Sizi üzmeye kimsenin hakkı yok.”

“O cadıyı bir elime geçirsem saçını başını yolarım.”

“Niye en başta onun yerine beni işe alıp, üç yıl sonra da benimle evlenmediniz” diyesim bile var.

Boş laflar işte…

Sonuç olarak siz bu satırları okuduğunuzda ben çoktan 413 numaralı belediye otobüsüyle eve dönüyor olacağım. Çok uzaklarda olmayacağım ama geri dönemeyeceğin her yer çok uzak değil midir?

İstifa ediyorum Murat Bey. Bu şekilde yürütemiyorum işte, çalışamıyorum da.

Başkasına âşık bir patrona zamanla alışıyor insan ama… Gözümün önünde gün be gün eriyen… Teninin, sesinin rengi kararan, ışığını kaybetmiş biriyle çalışılmıyor işte.

Dilerim atlatırsınız, dilerim o gâvur Jale hanım (pek de hanım biri değil aslında, kabul edin lütfen) anlar kıymetinizi.

Tavsiyem; hiç uğraşmayın boşayın. Kaktüs gibi kalsın ortada. Patron karısıyken sınırsız harcadığı paralar yerine eskiden aldığı üç kuruşa talim etsin de görsün dünya kaç bucakmış. Hem siz de toparlanırsınız. Boğazınızdan sıcak kahve geçer.

Yarın yerime birini bulursunuz, biliyorum ama benim gibisini bulamayacağınızı anladığınız gün, şayet yukarda belirttiğim şartlar oluşmuşsa geri dönerim, numaramı biliyorsunuz. Çekinmeyin arayın lütfen.

Bakın, beni sevin, âşık olun falan demiyorum. Yeter ki eski ışıltılı yıldız olun. Yeter ki tüm elbiselerinizi dolduran dik duruşunuz geri gelsin. Yeter ki kahvenizi soğutmadan içtiğinizi göreyim. Başkasına mı aşık olursunuz, Jale hanımı unutmak için terapi mi alırsınız fark etmez. Nasıl iyi olacaksanız öyle. Yok, böyle devam ederim, bırakamam Jaleciğimi derseniz, kusura bakmayın milyar verseniz dönmem. Mini etekli yeni bir döpiyes alırım, uğraşır didinir başka bir iş bulurum. Ağlaya zırlaya katlanırım sizi görmemeye ama bu yıkıntı halinizle çalışamam. Üzgünüm.

Tazminat vermeyeceksiniz biliyorum da, içerde birikmiş maaşımı muhasebeden alıp gidiyorum.

Ne demiş şair “En sevilmiş halinizi yalnız ben bilirim Murat bey, o cadaloz Jale değil.”

Hoşça kalın…

Sizi seven (her anlamda) yönetici asistanınız Hülya

Ayşegül Kocabıçak