4d334-rebus-den1

“Ne yapıyorsun Çetin?” dedim. Onu öylece halının üzerinde uzanmış tavanı seyrederken gördüğümde. Elinde sigarasıyla. Cevap vermedi. Başında dikildim. Sigaranın dumanından rahatsız oluyordum. Kanepeye oturdum, sorumu yineledim.

“Çetin, ne yapıyorsun? İyi misin?”

“Gel, otur yanıma. Bir sigara yak ve beraber üzülelim.”

Ne olmuştu? Kimden ne haber gelmişti? Çetin o tavanda neler görüyor, kafasında ne tür ihtimaller cirit atıyordu bilmiyordum. Ailesiyle ilişkisi iyiydi. Öğrenciydik, evde kalıyorduk, maddi sıkıntımız yoktu. Çetin düzenli olarak bir dergide yazıyordu. Genellikle öykü yazardı ama bazı dergilere şiir gönderdiği de olmuştu. Öykülerinin yer aldığı dergiden para bile kazanabiliyordu. Yoksa dergi mi kapanmıştı? Öykülerini yayınlayacak bir dergiyi her zaman bulabilirdi.

“Seni dinliyorum Çetin” dedim ve sağ dirseğinin yanında duran sigara paketinden bir sigara alıp yaktım. Çetin kayıtsızdı. Anlaşılan her şeyi birkaç kere tekrar etmem gerekecekti. “Anlat Çetin, yanındayım. Dinliyorum.”

Sigarasından derince bir nefes aldı. “Biz çok normal adamlar değiliz.” dedi. Bu söz Çetin’e ait değildi ama kime ait olduğunu da hatırlayamamıştım. Devam etti Çetin. Umarım konuşmasının tamamı alıntılardan oluşmazdı. “Üzülüyorum, üzülüyorum çünkü yaşıyorum Tolga. Hastalıklı bir köpek gibi yaşıyorum. Dünyada kimse kalmamış gibi yaşıyorum. Kaç milyon insan var dünyada Tolga, kaç milyar insan var? Hepsinin yerine acı çekmek nedir tahmin edebiliyor musun? Hepsinin hüznünü en ücra hücremde hissediyorum Tolga. Buna katlanamıyorum.”

Bu sözler kimindi? Ne tür bir yazarındı veya bu sözlere sahip bir şair olabilir miydi? En kötüsü, bu sözler Çetin’e ait ve hissettiği şeyler olabilir miydi? Beynim karnaval alanına dönmüştü bir anda. Ne düşüneceğimi hatta ne hissedeceğimi bilemedim. “Çetin…” dedim ve sesim sigara dumanına karışarak kayboldu. Belki Çetin’in kulaklarına ulaşmadı bile. O hala tavanı izliyordu.

“Üzülme” dedim. “İnan herkes hak ettiği kadar üzülecek. Sen sadece biraz fazla duygusal davranıyorsun. Sen iyi bir insansın Çetin. İyi insanların dostudur hüzün.” Söylediklerime ben bile inanmıyordum aslında.

Doğruldu. Gözlerimi gözlerine dikip onu bu hüzün denizinden sıkıcı yaşam kıyısına çıkarmak için ümitlendim. Başınıza bir felaket geldiğinde, daha önceden razı olmadığınız şeyleri mumla arıyorsunuz. Öyle bir şeydi tam olarak. Bir saniye kadar süren bu bakışmadan Çetin gözlerini kaçırarak kurtuldu. Bir sigara daha yakıp yine halıya sırtüstü uzandı. Ben kanepede iyice öne eğilmiş, nasılsa düşmeden oturuyordum. Ayağım uyuşunca halıya çöküp bağdaş kurdum. Sigaramı sigaramla yaktım. Hayat kitapta durduğu gibi durmuyordu. Verecek teselli cümlem yoktu. Moral düzeltecek afili kelimelerim yoktu. Sadece hüznüne olabildiğince ortak olmaya çalışıyordum. Kafamda kendimle kılıç kalkan oynarken Çetin’in suskunluğa kaçtığını fark edemedim. Kendi kendine konuşur gibi dudakları kımıldıyor, gözleri sabit bir yerde durmuyor, belirli aralıklarla tavanda geometrik şekiller çiziyordu. Yorgundum, kelimelerim bitmişti. Sırtüstü yanına uzandım. Biraz önceki teselli sözlerimi söylememiş olmayı diledim. Keşke, dedim. Hiçbir şey söylemeden gelip sadece yanına uzansaydım. Tavanı seyretseydik ve sigara içseydik. Kendi iç dünyamıza 86 metreden dalış yapsaydık. Merak dedim, insanın afyonudur.

Tavanı seyrederken Çetin’in yaşamak üzerine söylediği sözleri düşündüm ve onu anladım. Onu hemen ve ne güzel anladım! Evet mümkündü. Bize ait olmayan acıları çekmek mümkündü. Bize ait olmayan duyguları yaşamak mümkündü. Hatta bize ait olmayan gözyaşlarını dökmek bile mümkündü. Duygusal mı davranıyordum? İnsan hüzne yatkın bir yaratık, diye düşündüm. Vücudumuz, ruhumuz, zihnimiz veya bu kafamızın içinde konuşan her neyse hüznün kodlarını ezbere biliyor. Bazen hiç beklemediğimiz bir anda işleme koyuyor.

Çetin’in acısını şimdi ben de hissediyordum. Hüznün bulaşıcı etkisine kapılmıştım. Savruluyordum. Başım dönmeye başladı. Sallanıyordum. Gözlerimi açtım. Çetin başımda dikiliyordu. Sigara dumanından rahatsız olmuştu. 

Abdulkadir İnce