Hep söylüyorum; çok iyi genç şairler var. İşte bu yüzden, daha da kızıyorum şiir okumayanlara. Hele şiiri göğe bakma durağında bırakanlara. Çıkın kardeşim şu duraktan artık, sokağa karışın. Yeni sokaklar var, keşfedin, korkmayın!
Tanrısal Lekeler’i okudum geçenlerde. Gözde Dilek Güzel’in güzelim şiirlerinden oluşan bir ilk kitap. Turgut Uyar Şiir Ödüllerinde ikincilik almış. İyi ki! Çünkü biliyoruz şairlerin bile şiir okumadığını. Çünkü biliyoruz ne kadar da zor olduğunu şiir kitabı yayımlamanın. Edebiyat ödüllerinin en iyi yönü de bu zaten; genç şairin, yazarın elinden tutup en azından ilk kitap belasını atlatmasına yardımcı olması.
Genç şair/genç öykücü tanımlamalarının sıkıntılı olduğunu biliyoruz. Elli yaşındaki bir öykücü hala genç sayılabiliyor söz gelimi. Edebiyatta genç olmanın yaşla ilgisi yok elbette. İlhan Berk, mesela, Türkçe şiirin en genç şairi olarak öldü. Ama bir de biyolojik yaş var. Ben bu mevzuda Oscar Wilde’ın sözünü düstur edinirim; yirmi beşini geçen herkes aynı yaştadır. Gözde Dilek Güzel, hem biyolojik yaş hem de edebiyat yaşı olarak genç. Oscar Wilde’ın çizdiği sınırın dibinde biyolojik yaşı. Bununla birlikte, belki bazılarınızın o yaştaki bir insandan beklemeyeceği duyarlılıkları, dertleri var.
Biliriz; her iyi şairin/yazarın bir derdi vardır. Kitaplar ve yıllar boyunca o dertle uğraşır. Kendinin etmiştir o derdi. Henüz ilk kitabı yayımlanmış bir şair için bunu söylemek güç belki ama Tanrısal Lekeler, şairine dair şu sözcükleri fısıldadı bana: zaman, ayna, geçmiş, unutma, unutuluş…
bir anı der ki:
hele bir unut beni
bak nasıl sakatlıyorum yağmurun sesini
benim hatırladığım olmuş bizimki, s. 23
ya da:
geçmiş böyle başlar cümlede
sordu:
hatırlamak için
bunca zamanı nerede buldun?
“kalırsa bir soru”, s. 40
ya da:
kaç kere denedim kendimi
içimin unutmasıyla içimin hatırlaması
hep yan yana geliyor
çatıya çıkan aşk, s. 46
derdini sokağa atıp birkaç bardak ağlayan şair, umutsuz mu? Hayır! Şiirde her zaman umut vardır. Can Baba’nın dediği gibi, aslında, “umutsuz adam şiir yazamaz” ama ekler: “Çünkü boş bir kağıt bir umutsuzluktur. Tuğlalar, kiremitler, çimentolar, demirler bile umutsuzluktur. Onların içinden bir umudu bulmaktır şiir.”
Adam demişken, sıkıntılı bir konu vardır bizim edebiyatımızda. Bir dönem hele, dergilerde çokça tartışıldığını anımsarım, “şair kadın/kadın şair” meselesinin. Nasıl derseniz deyin. Biyolojik ve daha önemlisi toplumsal cinsiyetimiz elbette yazdıklarımıza yansır. Genel tutumun aksine, şiir yazan kadınları ikincilleştirmek gibi dar bir çerçeveden bakmadığımı anlatmak için Fransız post-yapısalcı teyzelerime selam göndermek isterim. Bu yazının kapsamını aşar ama özellikle de Hélène Cixous’ya selam ederim. Evet, dediğim gibi, bazıları belki şairlikte sanki daha az muteber bir şeye işaret ediyormuşçasına kadın şair derler ya da öyle anlaşılır. Oysa yazık, hiçbir erkek şair yazamayacaktır bu dizeleri:
mutluluğumun etek boyu
dizlerimdeki yaraları örtmüyor
mini dram, s. 56
Ezcümle, sevgili şiirseviciler: biraz farklı sokaklara çıkalım, mesela Tanrısal Lekeler sokağına, orada bir şairin birkaç bardak gözyaşı var.
Onur Çalı