
Sakalım yok ki anlatayım, diyemiyorum maalesef…
Geçende bir dostum, gülücük işareti eşliğinde, The Guardian’da yayımlanan bir röportaj-haberi gönderdi bana. Nobel Edebiyat Ödülü’nün sözcüsü Horace Engdahl’ın Fransız La Corix’e verdiği röportaj, The Guardian’da “Yaratıcı Yazı Dersleri, Batı Edebiyatı’nı Öldürüyor” başlığıyla haber yapılmış. Gönderen, beni bu konudaki tavrım nedeniyle sabahlara kadar hunharca eleştiren biri! “Ben söyleyince anlamıyorsun di mi…” deyince, daha da gülüştük…
Bildiğim kadarıyla basınımızda pek bir yankı uyandırmadı bu haber. Garip değil tabii. Birkaç bilinen kalem haricinde, Nobel alan hangi yazarı bizimkiler tanıyor ki zaten? Her Nobel Edebiyat Ödülü açıklandığında, medyanın “Bilmemkim Kimdir?” diye haber yapmasını haklı çıkaran bir yayın dünyamız var çünkü. Nobel almış, üstelik Türkiye’de de çok sevilen sayısız yazarın, sayısız kitabı hâlâ Türkçe’ye çevrilmedi.
Ödülü alanı tanımıyoruz, kaldı ki ödülü verenlerin sözcüsünü tanıyalım…
Hele bir de yaratıcı yazıya, haberlerinden kültür medyasının onca ekmek yediği yazarların işine dil uzatıyor!
Buyrun cenaze namazına
Neyse, doğrusu benim derdim Batı edebiyatının ölmekte olduğunun nihayet fark edilmesi değil. “Yaratıcı yazı” denen “eğlence/keyif endüstrisi”ne dayanan herhangi bir edebiyatın sonunun bu olacağını görmek için müneccim böreği yemek gerekmiyor.
Benim derdim, yine söyleyeyim, Amerika’yı yeniden keşfedelim derken, Türkçe edebiyatın “ölmeye yatmaması”…
Türkçe edebiyatta kötü para, yandan yandan, iyi parayı itelemeye, kovmaya başladı: Tam bir “geçiş dönemi”ndeyiz!
Peki, İsveç Akademisi üyesi Horace Engdahl neler söylüyor?
— “Batı edebiyatı, yazarlara yapılan maddi destekler ve yaratıcı yazı programları yüzünden fukaralaştı.”
Batı’da maddî karşılığı olmayan ödül vermek abestir. Türkiye’de ise verilen onlarca edebiyat ödülü arasında maddî karşılığı olanlar çok azdır, onlar da sembolik rakamlardır. Ama yine de “ödül” almış olmanın tanınma, gözlerin size dönmesi açısından bir faydası var, hâlâ.
Yaratıcı yazı programları ise bunun bir üst konumu. Vaktiyle ödül/ler almış yazarlar, birtakım kültür merkezlerinde, vs. ders vermeye başlayarak düzenli gelir elde ediyor. Buradaki mesele elbette “düzenli gelir” kısmında değil; “fillerin, zooloji dersi vermesinde.”
“Düzenli gelir” meselesi
— “Maddi destekler yoluyla yazarlık mesleğinin ‘profesyonelleşmesi’ edebiyatı olumsuz etkiliyor. Gördüğüm kadarıyla bu da yazarların toplumdan kopup, kurumlarla sağlıksız bir ilişkiye girmesine neden oluyor. Eskiden yazarlar yaşamını sürdürmek için taksi şoförü, tezgâhtar, sekreter veya bekçi olurdu. Zordu ama kendilerini edebi açıdan beslerlerdi.”
Cumhuriyet’ten yakın zamanlara kadar yazarlarımızın “düzenli gelir” için yaptıkları işlere baktığımızda; milletvekilliğinden darphane müdürlüğüne, tapu-kadastro memurluğundan hazine memurluğuna, kütüphanecilikten kitabevi, meyhane işletmeciliğine, vs. kadar türlü işler yaptıklarını görürüz.
Bugünse kültür merkezlerinde, enstitülerde, üniversitelerde “yaratıcı yazı” dersleri vermeye başlayan yazarlarımızın sayısı gün geçtikçe artıyor. Amerika’yı yeniden keşfetmenin yolunda adım adım ilerliyoruz…
İki ucu keskin değnek
— “Bizim Batı yakamızda bir sorun var; çünkü kim baksa Asya ve Afrika’da yazılanlardaki hürriyeti görür. Umarım edebiyat, asimilasyon ve Batılılaşma dersleri almayan Asya ve Afrika’nın yükselişiyle zenginleşir.”
“Söylediği” itibariyle katılsam da bu cümlelerde bana göre ciddi sorunlar var ama o konulara bu yazıda girmeyeyim.
İki ucu keskin bir değnek bu: Nasıl ki Türkiye’de yarının edebiyatı taşradan çıkmaktaysa, dünya edebiyatının yarını da “dünya”nın taşrası tarafından kaleme alınacak.
Ve fakat eşzamanlı olarak, 100’ün üzerinde ülkede yaratıcı yazı dernek ve toplulukları olduğunu da unutmamak gerekiyor. Tarihte hep olduğu gibi, “yaman çelişkiler” içindeyiz. Sopanın hangi yanına baskı yaparsak, oraya eğilecek…
Muhasebe bürolarındaki dosyalar
— “Alfred Nobel’in ödülün verilmesi için belirlediği ‘ideal yönde en seçkin çalışmayı’ bulmanın hâlâ mümkün olup olmadığından emin değilim.”
— “Bugün Ödül’ü kazananlar genelde 60 ve üstü yaştalar, bu nedenle bugünün yazarlarının hayatlarındaki değişimden etkilenmediler. Ancak her yerin pazar haline gelmesi nedeniyle edebiyatın geleceğinden endişeliyim. Ama bu da bir ‘karşı-pazar’ın varlığını gösterir; duygu ve deneyimlerin nasıl tercüme edileceğini bilen, korunaklı, derinlikli bir edebiyat.”
İçtiği kahveye, tütüne, içkiye; seviştiği insana; gittiği yola, gördüğü ağaca, vardığı görüşmeye, duyduğu havlamaya, konuştuğu insanlara; nefes aldığı oksijene, satırlara; yattığı uykuya, gördüğü rüyaya, uyandığı sabaha, yıkadığı yüzüne yabancı insanların “sezgi”den uzak, üstelik sezgiyi horgörerek yazdığı metinlerden oluşan bir edebiyatın, ancak muhasebe bürolarındaki dosyalarda yeri olabilir.
Umumi plastikler…
— “Edebiyat ile ‘meta olarak yükselen edebiyat’ arasındaki çizgi nasıl olur da silikleşir. Yayımlanan her şey hakkında aynı şekilde konuşuyoruz ve edebî eleştiri bu konuda zavallı. Bu devrim, hâlâ iyi durumdaki has edebiyatı marjinalize etti, konumunu değiştirdi.”
Burada Northrop Frye’nin Eleştirinin Anatomisi’nde “umumi eleştirmen” dediklerini görmek gerekiyor. Türkiye’dekilerden isim saymama bilmem ihtiyaç var mı!
Önceki yazılarımdan birinde Ursula Le Guin’den alıntıyla altını çizmeye çalıştığım ayrımı hatırlayanlar belki vardır; çöp değil plastik üretmeye alışmış bir edebiyatı, ancak çöp değil plastik yemekten hoşlanan eleştirmenler yüceltir…
Sonra da Engdahl’ın yaptığı gibi, ölüm ilanı verilir.
Daha üzerine düşünülmesi, konuşulması, tartışılması gereken sözleri var Engdahl’ın ama bu kadarla yetinmiş olayım.
“Okur kitlesi”
Kapitalizm, dünyada edebiyatı iki ana parçaya bölmeyi başardı; Türkiye’de de bu bölünme başladı.
Habercisi olmayı hiç istemezdim…
Bu çıkmazın akla gelen ilk çözümü, sezgiyle yazanların daha fazla ve baskın üretimde bulunmasıdır. Ama bu, tarihin ne vaktinde mümkün oldu ki!
Bu, doğası gereği, beklenebilir, beklenmesi meşru bir çözüm yolu değil.
Ama bir yandan da kapitalizmin esprisi gereği “kötü para iyi parayı kovmaya” devam ediyor.
O halde hemen her sektörde olduğu gibi, artık inisiyatif “alıcı” denilen muğlak kitlede; yani, okur’da.
Onlar burada yazıyor ey okur, sen kimleri okuyorsun acaba…
Mesut Varlık
Taraf Kitap’ta yayımlanmıştır.