38003-1075592_10151740281489329_1235282450_o
Fotoğraf: Mehmet Erte

O günden sonra kiraz yemeyi bıraktım. Kirazı sevmeyi değil. Ama artık kulaklarıma küpe bile yapmıyordum. Ali’ye söyledim. Hem de o gün.

“Bugün baban kuş oldu.”

İnsan uçar mı diye gözlerimin içine baktı.

“Senin baban uçar.”

Keşke demeseydim. Günlerce bunu düşündüm. Ve bunu düşünecek zaman yarattım kendime. Hem de her seferinde. Çünkü ben ondan büyüktüm. Ali’den. Hem yaşımız önemli değildi. Bu çadır kentte en önemli işleri benim babam yapardı.

“Babamın işi zor, ama önemli.”

Ondan işte. Ben çocukların en büyüğüydüm. Yine ondan. Babam öteki işçilerden daha çok maaş alıyordu. Ve yere eğiliyordu. Toprağa, bütün nefesiyle, o hortuma. İçine çekiyordu, ne kadar hava varsa. Bütün gücüyle ciğerlerine bastırıyordu. Tek tek tüm kanallardan hem de. Su çıkartmalıydı. Su olmadan olmazdı. Sonra bir daha, bir daha. Sonu gelinceye kadar. Suyun gelmesi, babamın böğürmesi, az başı dönmesi, biraz midesinin kabarması, birdi. Hepsi bir. Yani babamın çok maaş alması da. Bir babam bir de dayıbaşı. Önemli işler yapıyorlardı. Püskül çekmek, darı toplamak, fide dikmek de neydi. Hortum çekmenin yanında.

Annem evde çalışıyordu. Biz evde yokken temizlik yapıyordu. Ev temizlensin diye değil ha, evin kokusu güzelleşsin diye.

“Çünkü ev temizlendiğini hiç göstermiyor.”

Evde temizlik yapıldığı günler kasaların olduğu araziye giderdik Ali’yle. Koyun koyuna yatardık kasaların içinde. Akrepten, yılandan korkmazdık. Alışmıştık. İdare etmeyi öğreniyorduk. Herkes bir değildi ki. Ama burada sanki öyleydi. Yani daha çok benziyorduk birbirimize.

O gece babam Ali’nin babasına sormuştu.

“Korkuyor musun?”

“Korksam. Korkmasam çıkıyorum.”

On metre bu eşek merdiveni. Bir avuç kiraz. Aklına takıldı. Belki bir minibüs geçti. Evet, ben de gördüm. Ona gözleri takıldı. Ya da kesilen gündeliğe. Bir kırmızıya ya da bir yeşile işte.

“Kaderine gitti.” dedi birileri.

Birileri sustu. Bir şey demedi.

Ali’nin annesi ilk o zaman ağladı. Ben gördüm. Ve Ali’ye dedim ki.

Şengül Can