Bangkok’un mezbelelik arka sokaklardan birinde dikiliyorum. Sırtım duvara yaslı. Bakkalvari bir dükkandan aldığım kolayı yudumluyorum. Sıcak, çok sıcak. Pis kokulu bir su, seyyar satıcıların derme çatma tezgahlarının arasından akıyor. Yanımda ankesörlü bir telefon kulübesi var. Sokağın karşısında ufak tefek genç bir Tai kadın beliriyor. Yirmili yaşların başlarında olmalı. Elinden tuttuğu sanki çocuk değil de bir küçük adam. Dört beş yaşlarında, müsamereye çıkacak gibi takım elbise giydirilmiş. Islak görünümlü saçları ortadan ayrılmış ve adeta yapıştırılmış gibi muntazaman taranmış. Çocuk kumral. Pis suya basmamaya özen göstererek kaldırıma çıkıyor, telefona yöneliyorlar. Kadın, çocuğun elini bırakıyor. Sayısız denemeyle bir yerleri aramaya çalışıyor. Çocuk iki adım geride, tıpkı asker gibi kıpırdamadan hazırolda bekliyor. Nihayet aranan kişiye ulaşıyor kadın. Kırık dökük İngilizcesiyle ne zaman geleceğini soruyor karşısındakine. Derken aniden çocuğu anımsamış gibi telefonu geride duran oğlana uzatıyor; “Say daddy” diyor. Çocuk, telefona doğru iki küçük adım atıp arka arkaya “daddy, daddy” diyor ve geriye eski yerine dönüyor. Repliğini başarıyla söylediğinden midir nedir, omuzlarını dikleştiriyor.
İrem Karabaş
Resim: Burcu Firdevs Demirağ