3015d-unnamed

ÜÇÜNCÜ GÜN

Dışarı çıkmaya bile gücüm yok. İki Akinetonla iki bira çaktım, yarım saat sonra tam istediğim kafa, bir milyon. Güzel kafalı bir gidiş. Müzik setiyle dans etmeye başladım. Fena partner değil. “Yaşamak yalan belkiii, o yeminler hep yalaaan.” Sarıldık birbirimize sonunda, sızdık. Beraber sızdık sandım ama sabah o hâlâ aynını mırıldanıyordu “Ellerin dudaklarınnn, o yeminlerrrr…” Tekrar sarıldım ona. Ayık kafa sarıldım. Vefalı müzik setim benim.

Acıktım sonra. Bayat ekmeklerden kemirdim. Tuz ektim, yaladım ekmeği. Acıktığım için kendimden nefret ettim. Bayat ekmeğimle olduğum yere uzanıp dolabın dibinden tek sıra geçen karıncalarla konuştum. Bir parça kırıntı bıraktım yollarının üstüne.

Bir Akineton, bir bira daha. Şerefe dünyanın tüm karıncaları!

DÖRDÜNCÜ GÜN

Karınca arkadaşlar gitmiş, kırıntılarla birlikte. Beynim balon. Her yer boş… Bomboş.

Sırtım. Belim! Mezarlığa gideyim ilk ve son kez. Dua edeyim! Çok uzak.

Nereden edersen et, dua sahibini bulur derdi anneannem, şimdi bir Fatiha okuyayım en iyisi. Okuyamıyorum, unutmuşum.

Telefonun internetinden otuz liraya senin yerine bin Fatiha okuyan bir siteye sipariş ettim, adını söyledim. Kredi kartımın numarasını girdim. Okuyacaklar sağ olsunlar.

Çişim geliyor, karnım acıkıyor, uyuyorum! Her şey normalmiş gibi. Dünya aynıymış, hayat devam edebilirmiş gibi. Uykum geliyor yine, kahretsin. Uyumadan halletmeli.

Aklıma geldi birden. En seksi kıyafetlerimi giydim bir gayret, kırmızı ruj, fileli çorap. Taksiye atlayıp Hoşdere’ye gittim. Gecenin bir yarısı. Belamı (mı?) arıyordum. Cadde boyu birkaç tur attım yarı salına, yarı sallana. “Ne kadar?” diye sordu kıllı herifin biri, arabasının içinden. Eğildim yüzüne “Sana yağmurda su yok, ağda yaptırsan bile olmaz… Hadi ikileee!”

“Sen kiminle konuştuğunu sanıyon çiroz orospu!” dedi. “Kaptan mağara adamı sen de!” diye bağırdım. Dik dik baktım, bekledim. Arabadan inip suratımın ortasına vursun, bıçağı çekip kalbime soksun. Tam camı kapatırken, son koz diye, “Vursana götün yiyorsa!” dedim. “Git başka yerden bul belanı manyak karı!” deyip yürüdü. Birkaç deneme daha yaptım. Bir iki korna yedim o kadar. Beceremedim.

BUGÜN

Uyandığımda resimlerimizi hatırladım, yirmi beş senelik. Bebeklik resimleri, ilkokul okuma bayramı, lise mezuniyet, Emine teyzenin oğlunun sünnet düğününde, oğlanın pipisinin göründüğü fotoğraf. Hepsinde sen… Ellerin… Gözlerin… Gülüşün…

Bunca senelik mutluluğun üstüne böyle ağzıma sıçıp gideceğini bilseydim. Off, bu gece yine Hoşdere’ye mi gitsem! Hani nerede o kadınlara saldıran sapıklar? Akinetonu beş tane içsem? Sabah hangi eşyaya sarılmış bulurum kendimi? Hangi eşya verir senin sıcaklığını, kokunu. Bir beş sene daha kalsaydın ya, on hatta! Öldün de başın göğe mi erdi? Karıncalar da gelmemiş. “Sen beni öldüreceksin!” derdin ya hep, “Çok içiyorsun, hem kendini hem beni…” derdin! Söylesene ben mi öldürdüm seni?

Bugün de bileklerimi mi? Severim kan kokusunu. Araştırayım önce, işi şansa bırakmayayım.

“Bilek kesme vakalarının yüzde yetmişi başarısızlı… Vakaların yüzde doksanbe… Amacı dikkat çe… Kesin sonuç için paralel değil… Doğru -uzunlamasına- kesil… Sıcak su kan akım…”

Gözünü sevdiğimin internetinde ne ararsan var. Kek tarifinden, dua siparişinden, intihar tarifine kadar. Düşünüyorum tekrar. Gerekli malzemeler; küvet-var, sıcak su-var, jilet-var, bilek-var, cesaret-olacak. Olmalı!

Veda edebileceğim kimse yok. Beni özleyecek merak edecek? Arkamdan ağlayacak kimse yok. Özleyerek ölmek kaç yıl sürer? Özlemenin acısıyla zehirlenerek! Bekleyemem.

HÂLÂ BUGÜN

Bok mu vardı çektin gittin. Yıkadım bir de seni. O mermerin üstüne yatırmışlardı. Sol yanında iyileşmemiş yara izi. Sol yanımda hiç geçmeyecek yaram. Beynimde yumruk. Boğazımda yumru. Gassalları parayla dışarı çıkarıp böğüre böğüre yıkadım ya! Ben yıkarsam canlanırsın sandım. Sesimi duyarsın da dayanamazsın gitmeye. Çoktan gitmiştin oysa. Biricik kızını tek başına bırakıp. Beş gün oldu bile!

İlk iki gün uyudum zaten. Senin o soğuk bedenini yıkayarak uyandıramayacağımı anladığım an nasıl bir taşkınlık yaptımsa ve nasıl bir ilaç verdiyse -ki çoğunu bilirim o sakinleştiricilerin- şerefsiz doktorlar, iki gün uyudum. Ne gömüldüğünü, ne mezarını göremedim. Görseydim, görebilseydim… Yıkarken uyanmadın ya, daha uyanmazsın. Yine de…

Kaç bira daha içsem? Biraz votka da vardı bir yerlerde. Bir de gusül abdesti. Abdestli olmak Tanrı’yı etkiler mi? Acır mı bana? Cennete sokmasın tamam ama seni görmeme izin verir mi? Yirmi beş yıl anneye doymaya yeter mi? Peki Allah bunları bilmez mi? Onsuz yaşayamayacağımı, hayatımın… Hayatımın diye bile bir kavramın kalmayacağını bilmez mi de, annemi bana göstermez, beni cennetine almaz. Almazsa almasın ulan, almazsa almasın!

Ameliyata girdiğin gün yıkanmıştım en son. Ertesi gün gidiverdin.

Altı bira içtim galiba. Yedi belki. Yarım şişe de votka. Suyu açayım. Kirliyim. Sırtımı keseleyecek kimse yok. Dünya kirli. Ben kirli. Jiletim nerde?

Ağlayamıyorum Tanrım. Neremden aktı üç günde onca gözyaşı? Şimdi neden bitti?

Anne gel artık be! Gel! Şaka de, rüya de! Valla keseceğim bak! Dayanamazsın sen, kan tutar. Kalbin tekler yine! Ameliyat olursun. Ölürsün bak tekrar. Sıcak su çok güzel! Sarıp sarmalıyor, her yanımda. Aynı senin gibi. Üç kere ağzıma. Ben sana güvenip saldım ya kendimi, yıllarca. Sana… Paralarına… Sana güvendim ya! Sensiz paralar da boş. Adam tutup kendimi öldürtmeye yarar ancak o paralar, sen olmayınca. Küvete işeme derdin bir de küçükken, itiraf ediyorum işerdim. İşedim.

Çok çektirdim sana! Ben ölecekken bir çukurda, altın vuruşu sen yaptın. Alnımın ortasından, kalbimin ortasından, dünyamın ortasından vurdun, dağıttın, kaçtın. Üç kere burnuma.

Elmasız kalmış kurt gibiyim beş gündür. Bir ucundan girip minik mink tırtıkladığım, içinde kaybolduğum, küçük ısırıklarla içinde yol açıp ilerlediğim. Sığındığım. Doyduğum. Dokuz ay içinde yaşayıp, zorla çıkarıldığım lanet günden beri yirmi beş yıldır yine de hep yapışık durduğum. Korunduğum. Anneee! Elma kurdun ortada kaldı. Enine değil yazıyordu internetteki tarifte, boyuna… Elma diyorum anne, hadi artık çıksana! Küvetimiz kırmızı elmalarla doldu, baksana!

Ayşegül Kocabıçak

Görsel: Burcu Firdevs Demirağ