fad5a-unnamed
Burcu Firdevs Demirağ

Telaşlı serçelerin ardından, şamatacı kargalar da yuvalarına çekilince, sağırlaştıran sessizlikten ürperdi. Çemberini sıyırıp, serçe parmağı ile sağ kulağını yokladı. Göreceğinden korkacakmış gibi gökyüzüne baktı. Bir tuhaftı bugünkü hali. Halini hiç beğenmedi. Akşam her yeri, her şeyi sarıp sarmalıyordu usul usul.

Bir süre avare dolandı bahçede. Güllerini, karanfillerini, akşamsefalarını, teneke kutulara diktiği fesleğenlerini okşayıp ellerini kokladı; kendi dilinde konuştu her biriyle. Akşamsefaları hariç ses veren olmadı. Onlar ne de olsa geceye, gizemli sevgiliye açıyorlardı kendilerini, pembe ve beyaz.

Elleri belinde, çevresine bakındı hızlıca. Çemberini çözüp bağladı tekrar. Ellerini ne yapacağını bilemedi bir an. Of çekti incecik. Ciğerlerindeki bütün havayı boşaltıp derin bir nefes alırken göremediği bir şeyden kaçarcasına eve girdi. Işığa sığınmak için gaz lambasını yakıp duvardaki eğri çiviye astı. Gazyağı tükenmesin diye fitilini iyice kıstı. “Ah be adamım, güzel adamım… Bu karanlığa kalınır mı be? Yoksa çok mu kırdım kalbini?” diye söylendi.

Adam, defterdeki çizgiler gibi duran tarladaki pulluk izlerine baktı yorgun. Tere batmış atlara “Hayda bre!” çekti. Pulluk, kör bir hançer gibi toprağı yardıkça çıkan baş döndürücü kokuyu bir kez daha çekti içine. Her şeyi bağrında saklayan toprağın kokusunu bırakırken “Bir gün, beni de saklayacak.” diye düşünüp hüzünlendi.

“Sevdiye, Sevdiye” dedi sayıklar gibi. Onun adını söylemek bile iyi gelirdi bazen ama sabahki Sevdiye o değildi. Unutmak istedi sabahı. “Bir muhabbet kuşu da ben olurum sev diye sen.” Sev diye, Zeki Müren’in sesinde Sevdiye olur, güzel gözleriyle gelip karşısında dururdu. Ah Sevdiye!

Güneş batınca, atlara musallat olan büvelekler, sinekler çekildi. Onları kovalamaktan yorgun düşen kuyrukları ve kafaları artık rahattı. Üstelik ince bir serinlik yokladı terli bedenlerini. Kızıllık, siyaha döndü ufukta.

Pulluğun bozduğu yuvasından panikle kaçan bir tarla faresi, pusuda bekleyen baykuşun pençelerinde karanlığa karıştı. Ölüm, geceleyin ansızın geliyordu.

Sevdiye, “Hayra alamet değil bu. Bu vakit şer. Başına bir şey gelmesin?” diye geçirdi içinden. Düşününce, huzursuzluğu endişeye dönüşmeye başlamıştı.

Tekrar bahçeye çıkıp duymak istediği seslere kulak kabarttı. Yarasalar, ona aldırmaksızın sessizce avlanıyordu. Komşu evin çatısında bir baykuş ötünce sessizlik bir anda yırtıldı. Ağzını eliyle kapatıp “Ursuz! Git burdan” diye bağırdı. Baykuş inatlaşır gibi bir daha öttü. Bu kez içinden cevap verdi: “Ursuz şey!” Dönüp büyük oğluna seslendi: “Bak bakayım yol boyuna, Buban göründü mü?”

Aklı dışarıda, eve girdi. Gün batmadan kurduğu sofra öylece, ortada bekliyordu. Ocağa gitti. Üflerken gözlerine kaçan duman ve küllere aldırmadan, odun ateşini canlandırıp yemeği bir daha ısıtmaya çalıştı.

Güneş batalı bir saati geçti. Her biri bir köşeye kıvrılan çocuklar, açlıkla uyku arasında bocalarken, hışmından çekindikleri için yemek isteyemiyorlardı. Hallerine acıdı, içi kıyıldı. “Bubanız nerdeyse gelir dayanın acık siz de!” diye söylenirken, yarımşar dilim ekmeğe salça sürüp ellerine tutuşturdu.

Son evleği de bitirdi adam. Falakayı pulluktan çıkarıp arabaya takarken dermansızlıktan düşecek gibi oldu.

Atlar yorgun ve açtı. Bir an önce ahırda kendilerini bekleyen arpalara kavuşmak için sabırsızdılar. Hallerine acıdı. “Hadi bakalım gidiyoruz!” dedi. Sağ ayağını tekerleğe basıp tek hareketle arabaya atlamak istedi. Çamurlu potin kaydı ve oturamadan arabanın içine düşerken kafasını korkuluğa çarptı. “Hay yaa…” diye acıyla bağırınca atlar yürüdü.

“Allahım nedir bu çektiğim?” dedi kadın. Naçar kaldığında, çocukken kaybettiği annesinin yüzünü getirirdi gözlerine. O hayâl hiç sormadan dinler, gözlerini açınca da geldiği gibi sessizce giderdi. Usulca çocukların yanına kıvrıldı. Önce göz kapakları, sonra gün boyu koşuşturmaktan gerilen kasları uykuya yenik düştü. Çok bekletmedi annesi. Salına salına gelip ellerini uzattı ve gülümseyerek gözlerinde durdu. “Anne?” diye sayıklarken titredi kadın.

Atlar telaşlı adımlarla tarlaların arasından geçerek, ezbere bildikleri evin yolu tutular. Bir kızıl tilki yol ortasında bir an durdu ve hızla çalılıkların arasında kayboldu. Çürüyen yaprakların ve anızların geniz yakan kokusu, sonbaharın kışa döndüğünün habercisiydi.

Şoseye çıktıklarında yanlarından geçen bir kamyon şoförü, dizginleri yerde sürünen bu tuhaf, sürücüsüz at arabasına hayretle baktı.

Kocası, kan kırmızı bir atın üstündeydi. Sağrısı köpüğe kesmiş, gözleri korkulu, deli gibi koşuyor ama olduğu yerde duruyordu. El salladı, seslendi, ama adam bakmadı. Hoca, şerefede eli kulağında, köstekli saatine bakıyordu. “Necip Hocaa! Nereye gider benim adam bi deyiver.” Necip hoca titrek bir mum ışığı gibi sönerken, annesi şerefeden yarı beline kadar eğildi, uzadı, uzadı, bahçe kapısına kadar yaklaştı. Yüzünde soluğunu hissetti bir an. O da ses vermedi çiçekler gibi. Sonra, yavaş yavaş minareye doğru çekilirken Necip Hoca tekrar ışıdı şerefede.

Ezan sesine uyandı. Necip hoca yine o yanık sesiyle, sabâ makamında okuyordu. Yattığı yerde doğrulup oturdu. Uykusundaki minareye dokunmak istercesine elini boşluğa uzatınca devrilecek gibi oldu. İki eliyle vücudunu yokladı. Her yanı tere batmıştı. Kırmızı at geldi, bir an gözlerine durunca ense kökünde, bıçak saplanmış gibi bir ağrı hissetti. “Vay Anaaam! Uyuyakalmışım ya!” diyerek telaşla kalktı. Yalpalayarak yürüdü alaca karanlıkta, el yordamıyla kapıyı açıp bahçeye çıktı. Gece yağan çiğ, çiçek ve anız kokularını havanın her zerresine dağıtmıştı. Otlarda biriken çiğden ayakları ıslandı. Gözlerini yumup derin bir nefes alırken, elindeki hırkayı sıkıca göğsüne bastırdı. Ahırın önündeydiler işte. Gelmişlerdi. Oradaydılar. Sevindi, rahatladı biraz. Atlar arabaya koşulu, öylece ayakta uyuyorlardı.

Arabaya yaklaşırken dizleri titriyordu. Kasanın kenarına tutunarak yükseldi, içine baktı. Kadının çığlığıyla uyanan atlar ürküp, yerlerinde tepindiler. Kasabanın köpekleri nedensiz ama uğursuz bir dilde ulurken, Necip Hoca romatizmalı dizlerine söverek minareden iniyordu.

Servet Şengül

Evlek: Dönümün dörtte biri, 250 m²
Büvelek: Atlara saran bir sinek türü