Bir bu eksikti. Vallahi kalpten gidicem bir gün. Bekle bekle ömür törpüsü zaten bu aşk meşk işleri. Bir de bu ışıklar çıktı. Beyaz ışıksa sakin ol, eski sevgilidir; mavi ise herhangi biri herhangi bir şey yazmıştır. Ama o yeşil ışık yok mu, o yeşil ışık benim sonum olacak. Nasıl olmasın, zaten yüzünü gördüğüm mü var? Bir de iki kelam edip iletişelim diye yol gözlüyorum böyle elde telefon.
Kırk yılın başı birini buldum. Her şeyi kuralına göre yapıyorum. Ne bileyim, dünyanın en sorunsuz insanıyım, çiçeğim, böceğim, hayat böyle yaşanılası, hoplamalı zıplamalı bir yer, ben de orayı gökkuşağına çevirmeye gelen… Bu ne be! Adamı elimde tutucam diye, kronik depresyonum yetmiyormuş gibi bir de kişilik bölünmesi yaşıyorum. Onla görüştüğümüzde allar morlar giyiyor, tüm kılımı tüyümü yolup elma şekeri gibi oluyorum; daha güle güle deyip ayrılır ayrılmaz, yanaklarım aşağı sarkıyor, gözlerim -metroya binmişsem- karanlık pencerelere takılıyor, daha oracıkta tırnaklarımın cilasını kazı…
Ne? Çok mu melodram? Aman bari sen böyle deme, bari senin yanında şöyle sümüklü salyalı olayım.
Neyse, ne diyordum… Sonra onu hiç sıkboğaz etmiyorum; mesajlarımı cevaplamamışsa, neden diye sormuyor, o aramadan aramıyor, hadi görüşelim demiyorum. Buluşmaya gitmeden evvel de karnımı iyice doyuruyorum ki paragöz falan sanmasın. En önemlisini en sona sakladım: Tayt giymiyorum, tayt! Daha ne yapayım! Oysa ne güzel geyikli taytlardan almıştım, ucuz ucuz. O ne yapıyor, hiç yormuyor kendini, aklına esince, iki “nabıyon?” bir laykla gönül çeliyor.
Dur “Gönülçelen”i açayım, Sertab’a takılmış liste.
Şu feys çıktı, ilişkiler artık çok değişti çook. Nerde o eski…?
Şimdi de yaşlılar gibi mi konuşuyorum, sende hiç acıya saygı yok, ben sana diyim!
İşte Teo’nun da dediği gibi ilişkiler çoklu oluverdi. Bir de artık utanma da kalmadı -gene yaşlı falan başlama!- saklamaya gerek duymadan yapılıyor her bir şey.
Amaaan değiştir şu şarkıyı Allah’ını seversin, karardım.
Eskiden böyle miydi? Lisedeyim, sınıfın çalışkanıyım, boş derslerde kim kimle sevgili, yok kim öpüşmüş, aa onlar sevişiyor muymuş vay yollu diye günlerimi heba etmez, test çözerdim. O da, o kız öpüşmeyi bilmiyor olum, 11/F’dekinin de bacakları güzel ama kıçı büyük muhabbeti yapmak yerine, kitabını alır, cesareti varsa yanıma, yoksa karşıma oturur da soru soracam bahanesiyle elini elime, bacağını bacağıma değdirmeye… Düşünürken içim kıpırdandı. Dur telefona bakıyım, ııhh ışık mışık yok, yazmıyor domuz!
Önce notlar göndermeye başlamıştı. Tabii o zaman telefon falan yok. Kitapların arasında notu bul ki göresin.
“Yarın fizikten momentlere çalışalım mı?”
“Mat kitabında 62. soruya bir baksana, çözemedim, yapsan yapsan sen yaparsın”.
“Türkçede anlatım bozukluğu ile ilgili soru bulamıyorum, bulsa bulsa…”
Böyle saf saf notlar, ama ben de öyleyim. Yarın moment çalıştırıyor, 62. soruyu çözüyor, Türkçeden test kitabı getiriyordum da bir gün Yeliz o ne diyerek notlardan birini elimden almış, çapkın çapkın gülüp, “Burda yazanı görmedim deme, inanmam valla” deyip, göstermişti, sildiği ama üzerine bir şey yazmadan öyle soluk izini bıraktığı iki sihirli kelimeyi.
Romantik falan değilim tamam mı, o zamanlar sihirli, ışıklıydı o kelimeler. Şimdi herkes herkesle sevişiyormuş der gibi bakma.
O ise seni seviyorum diyebilmek için aylarca beklemiş, en son veda partisinde, yine Yelizciğimin sıkıştırmasıyla beni dansa kaldırıp, gözlerime bile bakamadan, en kısık sesiyle söylemişti. Bu öküz ne dedi taa en baştan, “İlişkimize bir ad koyarak, kendimizi de onu da kısmayalım.” Bir kere ona kısmak demezler ya neyse, dinlemeye devam ettim. “Ben uzun yıllar sürsün istiyorum ikimizi, bu da öyle eski kafalılar gibi sevgili falan formlara girerek olmaz.” Anlatım bozukluğuna geel, formunu yediğim!
Ben n’aptım, e dedim ya başta. Uydum her dediğine. Şimdi de bekliyorum işte yeşil ışık yansın da yarın için çağırsın beni. Hayır, yani ona göre banyoya gircem, topuklarımı töpürlüycem, sonra çorabımı çıkaramıyorum, rezillik!
Telefonuma mı bakayım? Yeşil ışık mı yanıyor? Ay kalbim! Dur dur… Neee!
Ebru Askan
Görseller: Burcu Firdevs Demirağ