İki öykücü; Karalardan Aysun ile Çalıların Onur bir akşamüstü sözcüklerini kuşanıp telsiz lebdeğmeze otururlar. Amaç tıpkı aşık geleneğindeki lebdeğmez atışmalar gibi öykü atışması yapmaktır. Tıpkı aşıkların dudaklarının arasına iğne koydukları gibi, klavyenin “p, m, b, f, v” tuşlarına raptiyeyi ters çevirip koyarlar. Kum saati çıkar ortaya. Kum bitmeden, sırası gelen bir paragraf yazacaktır. Çok şükür, klavye kana bulanmadan biter öykü.

2b749-5955

Sıçan Tüylü Kedilerin Söylediğidir

İlgisiz düşüncelerden kurguya yol aç. Nereden çıktığı anlaşılan, düzene ters öyküler geçidine gir. İlk kısıkta dur. Gelen olacaktır. Dudaklarından incecik sızıyı uzak tutacak sözcükler yakala. Sözcüklerden kurguya atla. Kendini karşındakinden sakın. Yine de kulaklarını sirenlerin çağrısına açık tut. Öykü sesini duyurur.

Öykünün sesini işiterek gelenler olacaktır. Öykünün kokusunu duyarak oturacaklar şehrin ücra köşelerinde. Çekirdek çitleyen teyzelerin ayaklarına dolanan kediler gece eda edecekleri gizli işleri konuşacaklar tüylerinin altından. İşte o anda 1 ses duyulur, yakası açık uğultular arasından: “Senin kel götün yüzünden oldu olanlar!”

“Sen nerden geldin?” diyecek o sesi kendi içinde duydun ya, gerisi hikâye zaten. Sen yine de öykü diyeceksin ya, de. Gizli işler hikâyenin sürtük kızı olsun. Çatlağına sonsuz öykü kurulsun. Dolaş dur uğultular arasında, kurduğun öykü şiirden el alsın. Anlayacağın sen öykünün kıyısında gezindikçe, karşındaki açsın elindeki kartları, sıyrık hikâyesini kursun. Sen dolan dur kendince!

Dolana ay dolana. Klarnetten düşen tükürükler saçıldı yere. Çatladı ses. O sesin nasıl çatladığı anlatıldı günlerce, sonradan. Ayak sesleri yakınlaştı, durdu az ötede. Nereye sakladıydı silahı? Düşündü düşündü, yok! Nasırlı el tekrar gürledi: “Senin kel götün yüzünden oldu olanlar!” Nasıl öğrendi? Sır. Kedilerdir. Arsız arsız dolanan kedilerdir. Sıçan tüylerini yolacak, kurtulunca.

Nasırlı el önce saçlarında, sırtında, kalçasında dolana dolana gezdi. Sanki ses düşecek içindeki suskuya. Kısıktaki on iki hanenin kadınlarının, erkeklerinden öğrendiği; erkeğin sakındığı yalnızca sesiyse, öyledir. Sözsüz, sessiz soluksuz gecenin kuytusunda öylece kaldı. İçindeki arsız sürtük koynunda yılanları uyuttu onca yıl.

Sonra uyandı yılanlar. Çıngıraklarını kendileri yuttu. Sessizlik. Gene. Sonunda çatladı sessizlik. Onca yıl ne sakladıysa saçıldı ortalığa. Herkes işitti, sustu. Yalnız sıçan tüylü kediler. Yaladılar ortalığa saçılanları. Sonra tükürükle koydular gürleyen elin ayasına. El kulağa söyledi. Kulak ele söyledi: “Git, kıstır onu ininde. Silahını al elinden. Doğrult keline.” Kel, götünden korkardı zaten. Klarneti attı elinden. Koştu içeri, yoktu silah, silah yoktu. Kıracaktı gürleyen el aralarındaki tahta sınırı.

Nerden çıktı, onca çalgının çenginin ortasına daldı. Silahı doğrudan iki kaşının arasına. Yılların Kel İlhan’ının gözünün içine korkusuzca. İki atışlık ses, kısacık soluksuz o anın içinde onca yıl kat kat. Kısıktaki hanelerin kadınları el el üstünde günler gecelerce anlatacak.

“İlhan,” dedi koynunda yılan uyutan, sıradan gecenin sıradan sessizliğinde. Üstündeydi nasırlı el, göğüslerinde. Durdu el. Kudurdu el. Yılanlar çıktılar artık inlerinden. Dönüşsüz. Nasırlı el aldı silahı kuşağına. İncir ağacı kaldı kuyunun yanında. İlhan’ı o gün değil, sonra kıstırdı. Klarnetten sızdı kan. Öyle anlattı sıçan tüylü kediler.