609be-20140831_084107

Mübadelede giden Rumlardan mı kaldı yoksa kendileri mi yaptı bilmiyorum ama taş üstüne taş koyarak yapılmış, sahibi gibi güzel yüzlü, alımlı bir evdi. Evler sahiplerine benziyor diye düşünürüm o eve baktıkça.

Önceki yıllarda komşuları, birer birer yenik düşmüşlerdi villalara, yazlık sitelere. Demek sıra onlara gelmiş, onlar da yenilmişti.

Bahçenin her yanını otlar bürümüştü. Duvar dibine köklenmiş genç bir incir, içeri sızmaya çabalıyordu yavaş yavaş. Bahçe kapısı paslanmış, kolunda zincir. Dokunsan ağlayacak. Öyle görünce, duvarın dibine, genç incirin karşısına çöktüm. Biraz bakıştık. Neden yenilmişlerdi acaba? Bu ev, bu bahçe kaç insanın rüyalarına girecekti yıllar sonra kim bilir.

“Boşuna bekleme,” dedi incir, “Redifeler gitti!” Sanki sormuşum gibi. Canım sıkıldı ama heyecanlandım. Demek, adı Redife’ydi. Şiir gibi… Redife, Redife dedim içimden. O güzel endamına yaraşmış.

Geçerken günaydın derdim. Yüzü aydınlanır, başını iki kez hafifçe öne eğerek alırdı selamımı. Çemberinden taşan buğday başağı saçları, duru mavi gözleri vardı. Kocaman çalı süpürgesiyle ya bahçeyi süpürür ya da çiçekleri sulardı tulumbadan çektiği suyla. Bakmasam bile suyun serinliğini, kokusunu duyardım geçerken. Sanki Redife’nin yokluğunu hatırlatmak ister gibi herkes birkaç yaprağını bahçeye bırakmıştı. “Çok mu oldu, nereye gittiler?” dedim bahçedekilere, incire bakmadan. Sözleşmiş gibi kimse ses vermedi. Koca duta baktım oralı olmadı. Gövdesi ve dallarıyla eve, bahçeye, kuyuya, kol kanat germişti. İncir, “Biliyor musun, hâlâ Redife’nin bir gün döneceğine inanıyor bu koca dut.” dedi hınzırca. Duymazdan gelip inadına iki elimle kapıya sımsıkı tutundum ve sevdiğim kadını çağırır gibi seslendim: Re di feee! Bekledim. Sesime ses veren olmadı. Olsun!

Belli etmemeye çalışsam da canım sıkıldı. İncire bakmadan yürüdüm. Hafif bir imbat esti. Önümden bir kaç kuru yaprak uçuştu. Son bir umut dönüp baktım, bir su serinliği vurdu yüzüme. Yarın yine geleyim. Belki bu kez…

Servet Şengül