9.Ağustos.15 Pazar
Son zamanlarda moda olan bir şey var: Ünlü Yazar Bilmem Kim’den 10 Yazma Önerisi. Halbuki iyi bir öykü (şiir ya da roman ve hatta deneme) okumak, o önerilerin öğreteceğinden çok daha fazla şey katabilir bize. Hele bazen, metinlerin içine yedirilen düşünceler var ki… Yazmak üzerine düşünceler. Pek bir güzel oluyor…
Bizim Etgar Keret’in “Kapı Birden Vuruldu” adlı öyküsünden:
“Bir adam bir odada oturuyor, tek başına. Kendini yalnız hissediyor. O, bir yazar. Bir öykü yazmak istiyor. Son öyküsünü yazalı çok olmuş ve öykü yazmayı özlemiş. Bir şeyden başka bir şey yaratma duygusunu özlemiş – doğru, bir şeyden bir şey yaratmak. Çünkü hiçbir şeyden bir şey yaratmak tamamen uydurmak demektir ve değeri yoktur. Herkes yapabilir. Fakat bir şeyden bir şey yaratıyorsan bu onun gerçekten orada olduğu ve senin onu yeni, daha önce gerçekleşmemiş bir şeyin parçası olarak keşfettiğin anlamına gelir.”
* * *
Birlikte okuma-izleme önerisi:
Oates’in “Vahşi Geceler!” kitabındaki “EDickinsonLüksKopya” adlı öyküsü ve Black Mirror dizisinin Be Right Back başlıklı bölümü.
Fikret Otyam’ın ölüm haberi geldi bugün. Tek bir ünvana, tanıma sığdırılmayacak çok yönlü adamlardan biri daha göçtü demek ki…
William Saroyan’ın 1964 yılında atalarının memleketi Bitlis’e yaptığı yolculukta da eşlik etmiştir yazara Fikret Otyam. (Saroyan Ülkesi’ni izlemediyseniz, izleyin derim.)
William Saroyan ve yazarlardan öneriler demişken, Sarnıç’ın son sayısındaki (23. sayı) söyleşisinde okuduğumda çok şaşırdığım sözlerini de anmak isterim.
Röportajı yapan Garig Basmadjian’ın sorusu üzerine, cevabının sonlarında şöyle der Saroyan: “Edebiyat aleminde kendine özgü bir kişilik olmayı seçtiğimi unutmayın: gürültücü, coşkulu, dobra dobra, kendinden emin ve ukala.”
Bunun üzerine, Basmadjian ekler: “Masum, saf.”
Ve Saroyan’ın çok samimi bulduğum cevabı gelir: “Evet, çok saf ama aynı zamanda görmüş geçirmiş. Bence her yazarda olması gerektiğini düşündüğüm bir tür kibirle beraber her ikisinin de karışımı. Örneğin Amerika’da veya başka bir yerde benden daha iyi yazan birinin veya potansiyel olarak benden daha iyi bir yazarın var olabileceğine hiçbir zaman inanmadım. Artık bu inancımı değiştirmeye de gerek görmüyorum.”
11.Ağustos.15 Salı
Bir sarraf varmış zamanın behrinde. Çok güzel taşlar gelirmiş her gün önüne. Onlara baksın, baksın ve yontsun diye. Günler geçtikçe, daha önceden getirilen her taşı beğenen zanaatkar beğenmez olmuş önüne gelenleri. Daha iyisi, daha güzeli vardır elbet her zaman. Aramak için vurmuş kendini yollara. Bir daha dönmemiş dükkanına.
* * *
Adamın biri saatçi dükkanının önünde sayıklıyordu: Zamanım yok, zamanım yok, zamanım yok… Kaygılıydı yüzü. Üstü başı efendiceydi. Zamanım yok, yetişmiyor hiçbir şey, geç kaldım her şeye…
Saatçi çıktı, elinde bir kol saatiyle ve bir duvar saatiyle ve bir masa saatiyle. Sayıklayan adama verdi.
12.Ağustos.15 Çarşamba
Iñárritu’yu Amores Perros’dan beri severiz. 21 Gram’la Babil filmlerini pek benimseyemesem de sonrasında gelen Biutiful harikuladeydi. Eh, bu kadar lafın belini neden kırdık, Birdman’a gelmek için elbette: Birdman veya Cahilliğin Umulmayan Erdemi. Geçen yılki Oscar’larda epey tantanası kopmuş; En İyi Yönetmen, Senaryo ve Film ödüllerini de kapmıştı Meksikalı yönetmen. Hatta Sean Penn de ödül töreninde yönetmene Meksika sınırı şakası yapmıştı da başına iş açmıştı. Neyse ne, filme gelelim.
Birdman eski ününü yitirmiş bir aktörün Raymond Carver abimizin What We Talk About When We Talk About Love kitabını tiyatroda sahneleme macerası, kısaca. Ben çok beğendim. Filmin neredeyse başından sonuna eşlikçi müziği de enfesti. Oyunculuklar da. Hele Edward Norton, döktürmüş resmen.
* * *
Nilay Özer’in yeni kitabı Korkuluklara Giysi Yardımı’ndan bercesteler:
“bak her aşkın altında karbon kâğıdı var…” (s.18)
“her çağın mürekkebidir kan” (s.99)
“tükenebilir mi seyretmek seni” (s.15)
Televizyonu kırasınız geliyor mu sizin de? Özellikle bazı adamlar çıktığında: Pişmiş kelle gibi sırıtanlar, kraldan çok kralcı olanlar, sorumlulukları yokmuşçasına tek yapabildikleri buymuş gibi kınayanlar, ölümler karşısında hala üzülüyormuş gibi yapanlar, kanla beslenenler… (Çok uzar bu liste)
Ve ayrıca şu sözcükleri duyduğumda da televizyon risk altına giriyor artık:
istikşafi, koalisyon, görüşme, liderler, hükümet, strateji uzmanı, saray, meclis, ortaklık, şart, seçim, erken seçim, tekrar seçim, müzakere -ve hatta- barış
(Evet, barış bile. Çünkü sahicilik barındırmayınca, tıpkı insanlar gibi, kelimeler de mide bulandırabiliyorlar.)
13.Ağustos.15 Perşembe
Boğazımıza kadar ırkçılığa (Bizde ırkçılık yoktur efendim!), ayrımcılığa, hoşgörüsüzlüğe ve cinsiyetçiliğe batmış durumdayız. Tabi tüm bunların eşlikçisi olan muazzam bir ikiyüzlülüğe ve sahtekarlığa da…
Tavlada Zeki Müren Kapısı diye bir şey, neden var?
* * *
Yurdunu Sevmeliymiş İnsan adlı şiirde şöyle demiş Neşe Yaşın:
Yurdunu sevmeliymiş insan
öyle diyor hep babam
benim yurdum
ikiye bölünmüş ortasından
hangi yarısını sevmeli insan?
Şiiri, haberlerde “Asrın Projesi” olarak lanse edilen, Kıbrıs’a deniz altından borularla su taşınması projesini görünce hatırladım. Hakikaten, mühendislik açısından bir başarı olsa gerek. De. Kıbrıs’ta barış ve huzur için yeterli mi bu su meselesi? İnsanlar yurtlarını çizgilerle ayrılmadan ne zaman sevebilecekler? Gomşularıyla birlikte?
* * *
O halde, bu dünlüğün müziği: Sinem Diyici’den Dolama Dolamayı ya da Bandista’dan Gavur İmam İsyanı
Onur Çalı
Çizim: Burcu Firdevs Demirağ