14.Ağustos.15 Cuma

Sarnıç Öykü ve İzafi’den sonra Yalnızlar Mektebi de havlu atmış. Bu yayıncılık ve edebiyat ortamında basılı dergilerin hayatta kalmaları gerçekten çok zor bir iş. İçeriğiniz sağlam olsa bile, eğer iyi bir dağıtım ağına sahip değilseniz (ki eş dost dağıtım’la bir yere kadar oluyor bu, dağıtım şirketlerinden birine para saçmanız gerekiyor) uzun vadeli bir yayın hayatına erişmesi çok zor derginizin. Gerçi her derginin bir ömrü vardır, bir misyonu, bir boşluğu doldurması vardır ve ilelebet yaşamayacaktır elbette ama yine de yukarıda saydıklarım erken ölümler… (Dergiler ölür, evet. Edebiyat tarihi ve Türkçe Edebiyat Tarihi de dergi mezarlıkları barındırır. Edebiyat dergileri üzerine bir çalışma var mı bilmiyorum ama şiir dergileri için Mehmet Can Doğan’ın Türkiye’de Şiir Dergileri/Şairler Mezarlığı adlı kıymetli araştırmasına bakabilirsiniz.)

Elimizdeki tablo, aşağı yukarı, şöyle: Zaten Az Sayıda Olan Kitap Okurları>Daha Az Sayıda Olan Edebiyat Okurları>Az’ın Az’ı Olan Edebiyat Dergisi Okurları… Yani elimizde en son kalanlar, küçük bir serçe kadar. Buna bir de kenarından köşesinden edebiyata bulaşan popüler dergileri katın. Popüler yazarların yazdıkları, içlerinde karikatürler, söyleşiler, light metinler ve daha bir sürü ıvır zıvır şeyin olduğu paçal dergiler. Kapaklarındaki ölüsevicilik ve aforizmatik içerikleriyle –kocaman ihtimalle– potansiyel edebiyat dergisi okurunun bir kısmını da bu ortaya karışık dergiler çalıyor.

Aslında fazla şikayetlenmeye de hacet yok. Daha geçen haftaki haber: “Geçen yıl önceki yıla göre çeşitli nedenlerle 2.899 kütüphane kapandı. 77 milyon nüfusluk Türkiye Cumhuriyeti’nde halk kütüphanelerinin 1 milyon 209 bin 766 üyesi bulunuyor.” (Radikal, 6 Ağustos 2015)

Bu mesele dipsiz kuyu; biz yine de paçaları sıvayıp girebildiğimiz kadar girelim.

Ben küçük bir kasabada büyüdüm. Oraya hemen hemen hiçbir edebiyat dergisi gelmezdi. Ben de edebiyat meraklısı bir velet olarak, ABONET vasıtasıyla birkaç dergiye ulaşabilirdim sadece. Adam Öykü’ye son demlerinde de olsa böylelikle yetişebilmiştim mesela. (Bir kitapçıya gidip bütün dergileri elinizin altında bulmak büyük bir nimet aslında, kıymeti bilinmeli.)

Daha sonraları, dergi çıkarmaya ilişkin az da olsa deneyimlerim oldu. Dergicilik müthiş bir heyecan ve galiba biraz da tiryakilik. Binbir emek ve çabayla dergiyi hazırlar, hatta cebinizden para verirsiniz ama çıkardığınız dergi öyle az okunur ki… Eh, bu noktada, okuru suçlamak ya da sitemler etmek pek de sağlıklı bir davranış olmaz ama içinizden buna benzer şeyler elbette geçer.

Dedik ya, bu konuda laf kıtlığımız yok ama şimdilik yetsin.

Sarnıç Öykü, son sayısını internette dolaşıma soktu (buradan ulaşabilirsiniz). Yalnızlar Mektebi de 14. sayısını internet üzerinden yayımlayacağını ve eğer maddi olanak bulursa daha sonra basılı olarak devam edeceklerini duyurdu.

Basılı dergi ile e-derginin farklı şeyler olduğunun farkındayım ama dağıtım ve sponsor belasına takılan dergiler e-yayıncılığı da bir seçenek olarak düşünmeliler.

Benden söylemesi: Heyecanı aynıyla vaki…

e773c-5c339d9a09ce0f512c63e882de75f843

19.Ağustos.15 Çarşamba

Kurt Vonnegut’un ölümünden sonra yayımlanan ve gençlik dönemi öykülerinden oluşan Ölümlüler Uyurken’i (içinde Vonnegut’un çizimleri de var) okuyorum. Dave Eggers kitabın önsözünde şöyle buyurmuş: “Biz şu anda fotogerçekçi denebilecek öykülerin yazıldığı bir çağda yaşıyoruz. Çağdaş kısa öykülerin çoğunda, bize kabaca fotoğrafın da verdiği şeyi veren bir gerçekçilik, bir natüralizm var. Yetenekli bir fotoğrafçı gerçekliği hem gerçek hem de yeni görünecek bir şekilde çerçeve içine alır. Eseriyle yaşamlarımıza bir ‘ayna tutar’ ama kendimizi yeni bir gözle görmemizi sağlayacak bir şekilde. Sanatın bütün formları bu aynayı tutmaya çalışsa da fotoğraf ve çağdaş kısa öykücülük bu hedefe ulaşmak için özellikle iyi tasarlanmış araçlar.”

* * *

Bir ahiku denemesi:

Boş havuz mavi
İncir yeşil ve kanlı
Cırcır böceği?

0134c-oldugumde-hepinizi-bagislayacagim-644252812529

20.Ağustos.15 Perşembe

Kaan Koç, ilk kitabı Çok Tanrılı Sular’dan beri takip ettiğim bir şair. Dergilerdeki ve bir ara Karşı gazetesindeki yazılarını da takip etmeye çalıştığım, üretken bir kalem. Yeni çıkan Gece Hapları’nı da görür görmez edinip okudum. İlk iki kitabından farklı bir şiir var Gece Hapları’nda. Fragmanlardan oluşan on üç başlıksız şiirden oluşuyor kitap.

“En çok evet en çok, sokak isimlerine dikkat edenleri
seviyorum; sanki bana onlar, varsa tanrının –yoksa
belediye meclislerinin– aziz birer koruyucusu gibi
geliyor.” (Beş, XII)

Geçen Dünlükler’den birindeki güzel sokak ve çıkmaz isimlerinden sonra, benim için çok anlamlı oldu yukarıdaki parça.

Kaan Koç, ilk bakışta dağınık izlenimi verebilecek bir biçimde kurmuş şiirlerini ve fakat aslında her birinin kendi içinde bir birliği ve tutarlılığı var. Hem zaten şair daha kitabın başlarında uyarısını da yapıyor:

“Bir aranot düşmek lazımsa; aforizma diye bakma bana

                                        okuyucu. Söylenmeye geldim.” (Üç, IV)

Bir tane de berceste yazıp Gece Hapları’nı size bırakacağım. Yoksa kitabı izinsiz çoğaltmaktan başım derde girecek:

“İsa, mezar-mağarasında yatan ölü Lazarus’a gidip onu
emriyle dışarı çağırdı; “Lazar! Dışarı gel!” Güzel. Fakat
şöyle olması gerekmiyor muydu; “Lazar! Dönmek ister
misin aramıza?” (Üç, VI)

24.Ağustos.15 Pazartesi

Bugün işe geldiğimde masamda Akköy’ler vardı. Güven abinin (Pamukçu) güzel deliliği sayesinde 16. yıl ve 85. sayı. Çok değerli isimlerin editörlüğündeki dergi içindeki dergilerde de soruşturmalar var genç öykücülerle yapılmış. İyi şiirler var. Güven abinin Melisa Gürpınar’a mektubu var…

Dergi içinde dergiler var demiştim. Hülya Soyşekerci-Güven Pamukçu Dergisi’ndeki soruşturmada 11 öykücü arkadaşla birlikte ben de yöneltilen iki soruya yanıt verdim. İkinci soruya (Öykümüzün bugünü ve geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz?) verdiğim yanıtı buraya da almak isterim: “Altamira mağarasındaki bizon figürlerinden beri insanoğulları ve kızları hep öyküler anlatıyor. En kadim tür öyküdür aslında ve –klişe bir söylem olacak ama– insan var oldukça öykü de sürecektir. Elbette, her şey gibi evrim geçirerek. Günümüz öyküsü, ataları gibi anlatmaya değil de daha çok göstermeye yaslanıyor artık. Eleştirmenlerin yazdıklarından öğrendiğimize göre, dünyada öykü damarının güçlü olduğu kültürel coğrafyalardan birinde yaşıyoruz. Ve fakat öykü, kendi okurunu yetiştirmek zorunda. Yoksa standart edebiyat okuru, kolay okunan romanlara yöneliyor genellikle. Bu bağlamda, arkadaşlarımın ellerinden tablet düşmeyen çocuklarını görünce hafiften bir sıkıntı basmıyor değil içimi: Bu çocuklar öykü okuyacak mı? Gerçekten merak ediyorum bunu. Bugün Türkiye’de öykü dergileri, öykü etkinlikleri ve hepsinden önemlisi, iyi ve birbirinden çok farklı damarlarda yazan iyi öykü yazarları var. Bu yüzden çok karamsar olamıyorum yine de.”

* * *

Son günlerde sürekli dinlediğim Kardeş Türküler’in Bahar albümünden, Neşet Ertaş ve Feryal Öney söylüyor: Yanıyorum (Feryal’in nağmelerine ve tavrına ayrıca dikkat)

Onur Çalı