5daf2-unnamed2b252812529

Valizini hazırladığını gördüm. Ona en çok ihtiyacım olduğu zamanda!

Bazen ta baştan, içindeki dalın çıtırtısını duyarsın. Küçücük, zayıf bir sestir önce, giderek büyür. Dışarıdan baktığında ağaç duruyordur ancak kuruma başlamıştır artık. Sona yaklaşan arkadaşlıklar gibi… Yine de sordum, neden diye.

“Dağınıklığın, derbederliğin, deli hâllerin… Her geçen gün beni daha çok hayal kırıklığına uğrattın!” Heyecanıma inat, sesi buz gibi, telaşsız ve donuktu.

Hayal kırıklığı yaşamak için önce bir hayal kurmak gerekmez mi? O ve düş! Bir arada zor! Yaptığı resimler iyi olsa bile düşlerini, gördüklerini hissetmeden çizdiğini bilirdim.

“Senin kurduğun hayal anca kendinle ilgilidir, bizle değil!”

Yüzüme her zamanki alaycı, tepeden gülümsemesiyle baktı.

“Hayatta ‘biz’ yoktur, ‘ben’ vardır. Hâlâ öğrenemedin mi?”

Valizi ve eskrim antrenmanları için kullandığı kılıcıyla evden hızla çıktı. Ne bir veda ne bir teşekkür…

Ben de çıktım ardından. Havada sarı bir ayaz vardı. Beraber saatlerce resim, edebiyat tartışarak yürüdüğümüz sokaklar… Evler, ağaçlar… Her yer ıssız bir sarı olmuş, hatta solmuştu.

Sarı, ne zaman benim için bir renk olmaktan çıktı, yaşamım oldu? Farklılığım, yalnızlığım hâline geldiğinden beri mi?

Sarı odayı ona verdim, güneş rengi ayçiçeklerini onun için çizdim çizmesine ama…

Önümde kendinden emin adımlarla, arkasına bile bakmadan gidişini görebiliyordum. Bencil, tasasız hayatı, her şeyi terk etmeye alışık valizini ve onu kucaklamaya hazırdı. Bense içe basan adımlarım, alkol kokan nefesimle onları yakalamaya çalışıyordum.

Sapsarı akan nehrin üzerindeki görkemli köprüye gelmiştik. Suyun sesi bile sarıydı.

Bana destek olan kardeşimden, o geldikten sonra daha fazla para istemiş, arkadaşlığımızla ilgili çıkan olur olmaz söylentilere kulak tıkamıştım.

Başım elektrik çarpmışçasına yanıyor, tüm bedenimden ateşler fışkırıyordu. Dayanamadım, hızlanarak önüne geçtim. Hiç de şaşırmışa benzemiyordu. Küfrümü savurup yüzüne yumruğu yapıştırıverdim.

Beni iteklemeye çalışırken tekrar atladım üstüne. Yüzü sapsarı olmuştu. Elinin kılıcına gittiğini gördüm, aldırmadım! Kaybedecek neyim vardı ki? Havada keskin bir ışığın, ıslığa benzer bir sesle çizildiğini ve kulağımın yandığını hissettim. Kopkoyu, nemli bir sıcaklık suratımdan aşağı doğru aktı. Elimi kulağıma götürdüm, kan vardı sadece. Sıcacık, sapsarı bir kan.

Ben yere yığılırken, “Ne yaptım!” diye inliyordu.

Diz çöküp kolunu başımın altına doladı,

Ne kadar öyle durduk, emin değilim,

“Deli herif!” diye söylenirken başını sallıyordu. Galiba…

Sonra kararlı bir hareketle köprünün kenarına gitti,

Kılıcını nehre attı,

Kucağımda öksüz bırakılmış kulağım kolaj yapılmış bir resme benziyordu,

Ben seyrediyordum,

Kulağımı o da fark etti,

Beyaz mendiline sardıktan sonra beni koltukladı,

Boya kokulu bedenine tüm ağırlığımı yasladım,

Yavaş yavaş, hiç konuşmadan yürüdük,

Biraz ilerde, beraber takıldığımız genelevin kapısına geldiğimizde

Beni bıraktı,

Hava iyice soğumuş,

Nehrin sarışın sesi, çan seslerine karışarak çoğalmıştı,

Elime telaşla mendili tutuşturduğunu,

Yine arkasına bakmadan koşar adımlarla uzaklaştığını,

Hatırlar gibiyim. Sonra…

Pipomu yaktıktan sonra, üzerinde titrek bir hüzünle yanan mum ve kitaplarının durduğu kalın kolçaklı sandalyesini ve sarı, turuncu, kırmızı, kahverengileri ile büyük bir tarla üzerinde dans eden çiçeklere benzettiğim halısını resmediyorum. Vanilyamsı tütün kokusu odanın duvarlarına bile siniyor. Çocuksu bir sevinçle geriye doğru bir adım atıp yaptığım resme bakıyorum. Sandalye artık onun sandalyesi olmaktan çıkmış, renkleriyle bambaşka bir varlığa dönüşmüştü. Sapsarı, yaşayan…

Kapının nasıl açıldığını,

Karşımda sarı uzun saçları ve dekolte elbisesiyle gördüğüm kadına,

Mendili neden uzattığımı,

Hatırlamıyorum.

Suzan Bilgen Özgün

Çizim: Burcu Firdevs Demirağ

Öykü daha önce Balkon fanzinin ikinci sayısında ve yazarın Yıldızlara Bakıyor Bazılarımız adlı kitabında yayımlanmıştır.