Gamze Güller, yeni kitabı En Çok Onu Sevdim ile okurlarını bu sefer novella tarzında yazılmış bir kitapla buluşturuyor. Uzun bir öykü tadını okuma boyunca hissettiren En Çok Onu Sevdim ana ekseninde, çarpık kentleşme ve estetik yoksunluğuyla beraber yitip giden değerlerimizle ilgili tutkuların nesnelere yönelmesini ele alırken, kadın-erkek ilişkisi, görmeden bakmak, varoluş kaygısı, yüzeysellik, görüntüye atfedilen önemle körüklenen tüketim, yalnızlık gibi konuları da gözümüze sokmadan ve mesaj kaygısı gütmeden usulca yansıtıyor.
Güller’in önceki öykü kitapları İçimdeki Kalabalık ve Beşinci Köşe’de (2012 Orhan Kemal Öykü Ödülü) yer alan özenli dili, ayrıntılı ama boğmayan atmosferi bu kitabında da kendini hissettiriyor. Konu ve mekânın okuru kuşatan havasına karşın, akan ve temposu düşmeyen bir anlatım hâkim. Konuların çeşitliliği ve güncelliği okuru içine çekmeyi kolaylaştırırken, “keşke devam etseydi” tadı bırakıyor. Erkek karakterlerden Mete ve yan karakterlerden Figen daha çok merak edilse de metnin, ana karakter olan Asuman’ın bakış açısı ve duygularına odaklanmasının bilinçli bir seçim olduğunu okur fark ediyor.
Yazarın gözlem gücünün ve mimarlık kimliğinin olumlu yansımalarını özellikle mekân tasvirlerinde görmek mümkün. “Bloklar birbirinin gölgesinde kalacak ve güneşi göremeyecek dikey hapishaneler gibi.” “Ama mekân hep insandan büyüktü. Onları ezmeye çalışıyor, tepeden bakıyordu.”
Kitabın esas karakteri Asuman’a gelince; farkındalığı yüksek, duyarlı bir kadın olduğunu ilk satırlardan itibaren hissettiriyor. Zamanla tüm algıları o denli açılıyor ki okur da onunla beraber Asuman’ın yaşadığı evi, nesneleri hissediyor, gerçeklik algısını sorguluyor.
Asuman, yeni taşındığı evle birlikte Mete’den uzaklaşıyor gibi gözükse de onunla ilgili zihninde ilk şüphe kırıntıları, daha öncesinde başlıyor. Karşımızdakiyle ilgili iç sesimizi bastırmak istesek de bizi minik minik dürten ilk uyarılar bunlar. “C1 Blok’ta daire sahibiyiz, dedi Mete. Bunu her tekrar edişinde sesi daha gururlu çıkıyordu sanki. Bunun için çok beklemişti, çok çalışmıştı, haklıydı belki de. Ama sesinin tonu keşke böyle değişmese, diye düşündü Asuman.”
Asuman estetikten yoksun, çarpık betonlaşmanın acısını birçok insan gibi yaşarken ayrıksılığını yoğunlaştıran ve bir süre sonra onu tamamen kuşatan duygularla karşı karşıya kalır. Etrafında değerini kaybeden sadece eski mekân ve nesneler değil, ilişkilerdir. Yüzeysel ve maskeli tüm bu kalabalıklar içinde kendini yalnız hisseder, duruşu ve mücadelesiyle tek başınadır. “Gerçekten ait olduğu yer burası değildi. Ertesi gün sabah olduğunda yine bir sürü insan doluşacaktı içeri. Dedikodularıyla, kavgalarıyla, hırslarıyla kirletmeye devam edeceklerdi burayı. İçini büyük bir panik dalgası sardı. Eve gitmesi gerekiyordu.”
Taşındığı evi ise yaşanmışlıklarıyla, yargısız kucaklayışıyla ve hatta gerçek doğal bir hayatı içeren böcekleriyle onun için bir barınaktan çok sığınak olmuştur. Günler geçerken Asuman evin içinde farklı bir zaman boyutuna geçer, saatler yavaşlar, sesler güçlenir. Ev ve nesnelerle neredeyse fetişizme varan bir tutku yaşar okurla birlikte. “Ellerini koltuğun kollarında okşarcasına gezdiriyor, içini bir ürperti kaplıyordu. Kadifenin yumuşak dokusu parmaklarından ruhuna sızıyordu. Tuhaf bir şekilde bütün vücuduyla hissetmek istiyordu kumaşı.”
Başlangıçta Asuman da dışardaki oyunu, evde bir evcilik oyunu gibi Mete’yle oynamaya çalışır. Aile özlemini, ellerinden kayıp giden değerlerine özlemini gidermektir amacı ama Mete’nin eskiye de kendine yararlı görmediği herhangi bir canlıya da tahammülü yoktur. “Şu kuşları toplama buraya. Balkonu rezil ediyorlar. Mete bardağındaki suyu kuşa doğru fırlattı.”
Mete kolay vazgeçen biri gibi gözükse de yine de kendince Asuman için çaba harcar. Aslında kötüyü değil sadece hep bildiğimiz çoğunluğu temsil etmektedir: Görmeden bakanları, görüntüyü/görüneni baş tacı yapanları, zamanı ve ilişkileri hızlı ama anlık yaşayanları, tüketenleri…
Hissetmeden yaşanılan her türlü yavan duyguya karşı yazılmış bir kitap, yaşadığımız zamanın başkaldırı kitabı En Çok Onu Sevdim.
Çirkinliklere inat, yitip gidenlere inat elimdeki en değerli nesnelere, kitaplarıma dokunurken Asuman’ı ve nice sayfa arasından bana göz kırpan kahramanlarımı hissediyorum. Aklımda tüm değerlerimi, yaşanmışlıklarımı koruma arzusu… Dokunmaya devam ediyorum.
Suzan Bilgen Özgün