31.Ekim.15 Cumærtesi
Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler ne kadar da uygun film yapılmaya! Keşke!
Film demişken Türkçe bir Don Kişot filmi çekilecekse Don Kişot’u oynaması gereken kişi: Arif Erkin Güzelbeyoğlu. Alternatifsiz.
Çehov için: Cemil Büyükdöğerli. Çehov’un tel gözlüksüz, gençlik resimlerindeki hali için biçilmiş kaftan.
3.Kasım.15 Salı
Seçimlerden sonra Anakaraya dönüş. (Yazacaktım seçimler üstüne, birkaç kelam edecektim. Ama yorgunum. Pek boğucu her şey zaten. Yazmadan yaşamak peşindeyim bu aralar; hiç yazmadan, yazmayı akla bile getirmeden. İnanın, sigara kadar zor bırakmak.) Uşak’ta uyumuşum, Afyon otogarına girerken uyanınca yarım göz gördüğüm tabeladır: Seven sevdiğine sigara ve alkol ikram etmez
4.Kasım.15 Çarşamba
Memlekette duyduklarımızı Anakara’ya dönüşte cümle içinde kullanalım:
“Ya bırak şu Onur’u, daha iki baş dört ayak olamamış adam!”
“Onur mu? Yapıcam ben onun yuvasını, dur sen!”
“Onur işte, kafası eser deve keser!”
6.Kasım.15 Cuma
Yazdan kalma bir öğle. Kocatepe camii. Birkaç tanıdık yüz. Uğurladık Gülten Akın’ı. Erkekler namazını kıldı, kadınlar tabutunu taşıdı. Bir kadın şiir okudu giderayak. Güz. Hatta güzün son günüydü.
8.Kasım.15 Pazar
Boşuna kanım kaynamıyor birine. Sherlock’u izleyeceğimi söylemiştim. Dizi yalanıp yutulmuş, dizi müziği telefon melodisi yapılmış (telefonu geç açıyorum bu yüzden, kusura bakmayın) ve yeni bölümler için sabırsızlıkla beklenirken Benedict Cumberbatch’in erişilebilen tüm işleri de izlendi elbette.
(Alan Turing’in hayatından esinlenen ve Benedict’in müthiş performans çıkardığı Imitation Game’i izleyin derim bu arada)
Boşuna kanım kaynamıyor birine, demiştim. Benedict bilader, kapalı gişe oynayan Hamlet oyunundan sonra sahneye dönüp vermiş ayarı: Siktir edin politikacıları, mültecilere yardım edin!
* * *
Birkaç güz (düşme) ahikusu:
son gölgeleri
düşüyor yere bir bir
güvercinlerin
bir yaprak düştü
sapsarı bir ağaçtan
ben düştüm sandım
takvim yaprağı
o bile düştü sanki
kendiliğinden
10.Kasım.15 Salı
Sabah yolda sirenler çalınca, dolmuşçu sağa çekti, indi, susta durdu. Dolmuşun içinde de herkes ayağa kalktı. Yolun kenarından tek tük yürüyenler de durdular. Birkaç kişi ve bir taksi hareket ediyordu yalnızca. Sanki film izlerken pause’a basmışsınız ama bazı karakterler bu komuta uymamış gibi.
Pause deyince; sevgili dostum İsahag Uygar Eskiciyan’ın (benim de Ermeni arkadaşlarım var) ikinci öykü kitabı çıktı: Metropol Ninnisi. Ancak edinebildim. Okumaya yeni başladım. Bir öyküde (Hayırsever Bir Derneğin Pastırmalı Gerçel Hikâyesi), kitaptaki adı RimGenç, ben de oynuyorum. Çok eğlenceli, gelsenize!
Bunu Da Çöz Şerlok adlı öyküden:
Oldu mu şimdi?
Oldu ama artık bunu Sherlock Holmes bile çözemez.
Neden?
Kürt sorununa benzedi de ondan, dedim. (Metropol Ninnisi, sayfa 84)
* * *
Bilmem farkında mısınız, bu ülkede öldürülen kadınlar için dijital bir sayaç var: Şiddetten Ölen Kadınlar İçin Dijital Anıt. Yani daha ne olsun! An itibarıyla, 2015 yılında eril şiddete kurban giden kadın sayısı: 240. İsimlerinin üstüne tıklayınca bilgileri geliyor ekrana. Kim tarafından, neden, nasıl (ateşli silah, bıçaklama, darp, vurucu silah, kesici alet, vesaire) öldürüldüklerine dair bilgiler.
Bu konuda yazılacak ve yapılacak o kadar çok şey var ki. Bu toprakların dinsel ve töresel gelenekleri, eğitim sistemi, yasalar, o yasaları yorumlayanlar, kadın bedenini en ucuz nesne haline getiren para-tanrı düzeni… Daha bir sürü “neden” bulunabilir. Birkaç kere daha söyledim, sorunu bir çırpıda bitirmez ama hemen yapılması şart olan şeylerden biri ilkokullardan itibaren toplumsal cinsiyet eşitliği derslerinin zorunlu hale getirilmesi. Acilen!
Belki böylece, en azından orta-uzun vadede hakimler içindeki tutku derecesindeki aşırı sevgiden kaynaklı duygusallığın etkisi ya da saygınlık indirimi gibi “gerekçelerle” erkekleri kayırmayı bırakırlar. Belki eviçlerinde kadınlara, çocuklara yapılan türlü biçimdeki şiddet azalır bir nebze. Belki böylece erkekler, en azından orta-uzun vadede, farklılıklarını kabul ederek kadınları eş ve eşit görmeyi öğrenirler.
Nota bene: Yazıyı yazdıktan sonra akşam eve dönerken arkadaşımın elinde bir kitap gördüm. Şöyle bir açınca, altı çizili bu sayfa çıktı karşıma. Kitap: Gökyüzünün Yarısı, Doğan kitap. Sayfa 22.
13.Kasım.15 Cuma
Güzel kitap isimleri: Kaygı Veren Dostluklar, Dostlukların Son Günü, Dost-Yaşamasız.
* * *
“Gerçek manada yazmak yalnız bir hayattır. Cemiyetler yazarın yalnızlığını bir ölçüde hafifletse de sanmıyorum ki yazısını iyileştirsin. Yazar yalnızlığını üzerinden attıkça sosyal çevrelerde itibarı artar ama genellikle yazdıkları kötüleşir. Çünkü bu iş yalnız yapılan bir iştir ve eğer yeterince iyi bir yazarsa her gün ya ebediyetle yahut ebediyetin yokluğuyla yüzleşmek zorundadır.”
(Ernest Hemingway, Yazmak Üzerine, 6.45 Yayınları, sayfa 42)
“Çünkü ona göre edebiyat, yaşamdaki olayların bozup çirkinleştiremeyeceği bir huzur ve teselliydi.” (E.M.Forster, Hindistan’a Bir Geçit, İletişim Yayınları, sayfa 304)
16.Kasım.15 Pazarertesi
Sosyal medya zıvanadan çıktı, iyice. Tüm olaylar öylesine bir pervasızlıkla yorumlanıyor ki artık… Olayı/konuyu anlamadan, bilmeden, öğrenmeden atıp tutanlarla dolu garip bir mecra durumunda sosyal medya. En kötüsü de linç kültürünün buralarda da, tıpkı gerçek hayattaki gibi, baskın olması. Sadece son birkaç gündür yaşananların sosyal medyaya nasıl yansıdığına bakarsanız dediklerimi görürsünüz. Ali Koç’un açıklamaları, Paris saldırısı, seçim sonuçları, 10 Kasım, İstanbul Tüyap’ta Can Yayınlarının standında olanlar, Türkiye’nin doğusunda yaşanan ablukalar, vesaire.
Sanal kimliğin verdiği rahatlıkla akıl almaz yorumlar ve paylaşımlar yapılıyor. Herkes birilerini sanal vicdan sorgulamasına tabi tutabiliyor; Neden şu olayda profil resmini karartmadın da bu olayda bayrak yaptın? gibi. Hemen hemen tüm tartışmalar bağlamsızca ve müthiş bir tarafgirlikle yürütülüyor. Yazacağınız herhangi bir şey yüzünden kimliği belirsiz sanal çeteler tarafından saldırıya uğramanız, linç edilmeniz çok olası. Yani? Yanisi delirdik. Ve fakat delirdiğimizin bile farkında değiliz.
Ve Radikal’den bir haber: Hacker grubu Anonymous, geçtiğimiz cuma akşamı Paris’te gerçekleşen ve IŞİD’in üstlendiği saldırılardan sonra IŞİD’e savaş açtığını ilan ederek online ortamda kendilerine destek veren herkesi ‘avlayacaklarını’ söyledi.
İslami terör örgütü IŞİD’in sonu böyle gelir belki, değil mi? (Evet, terörün dini olur!)
17.Kasım.15 Salı
Hemingway: Bir öyküyü bitirdikten sonra hep bomboş hissederim kendimi. Aynı anda hem mutlu hem de mutsuz, sanki seviştikten sonraki gibi.
Tarık Dursun K: İyi hikâyeciler, iyi yazarlar bir hikâyeyi ya da romanı bitirdiklerinde bir kadınla/adamla yatmış gibi tatmin olurlar.
Ozan Çororo: Valla ben ne desem bilemedim şimdi!
Beraber ve Solo Ölümler geldi biraz önce. Şiir abim Halim Yazıcı’nın yeni kitabı. İnsan hem şiirini hem de kendisini sevdiği bir dostun (ikisinin de mümkün olduğu edebiyatçı bulmak pek zordur) kitabının naçizane editörlüğünü üstlenince seviniyor, heyecanlanıyor ve hatta şımarıyor bile. Zeytin ve incir ağaçlarının ülkesinin şairi bu kitabında hepimizin yakasında olan ölüm hakkında şiirler söylüyor. Beraber ve solo ölümlerimiz hakkında. Ama o incelik; o hiç bitmeyen umut ile, aşk ile. Diyor ki:
neden nedenisin şiirimin
bir daha olma ölüm
bir daha nedeni şiirimin.
* * *
Ulus Baker şöyle demiş bir yerde: hüzün geriye kalandır. biraz blues dinleyin benim için…
O zaman, 15 sene önce sürgünde kaybettiğimiz Ahmet Kaya’nın da anısına: Başım Belada Blues
Onur Çalı