21.Kasım.15 Cumærtesi

“İyi bir okur, kahramanların kaderini tahmin eden değil, paylaşandır.
(İsahag Uygar Eskiciyan, Metropol Ninnisi, Sayfa 72)

* * *

Yılın en güzel kapaklı öykü kitabı olabilir: Bay Prada Nasıl Öldürüldü? (Sadelik her zaman kazanır.) 

22.Kasım.15 Pazar 

Feridun Nadir’e özeniyor değilim ve fakat rakı üstüne birkaç kelam etmek istiyorum. Eh, hatırı sayılı yıldır rakı içerim. Rakı içmenin kuralını kaidesini ihlal ettiğim çok olmuştur. Bazı kaideleri ise her zaman hiçe sayabilirim ama rakıyı Sıla şarkılarıyla içenlerden, çok şükür, evla durumdayım. Lafı uzattım. Derdim rakı içmekle yemek arasındaki dengeyi tutturamayanlarla.

Bir kere en başta şu: Bilader senin derdin rakı içmek kisvesiyle tıka basa karnını doyurmak olmasın sakın? Yahu, el insaf! Yavaşlık diye bir şey var. Çok yiyeceksen bile yavaş yavaş yiyeceksin. Ne yemek rakının ne de rakı yemeğin önüne geçecek. Ağır ağır çıkacaksın

Rakı demişken, ah bu masada ben de olsaydım; Ali Arif Ersen, Memet Baydur ve Tomris…

a1984-tomris

24.Kasım.15 Salı

Bugün Türkiye için öğretmenler günü vakti. Dünyanın birçok ülkesinde farklı tarihlerde kutlanıyor. Bizimki en güzeli; Kasım’da aşk başkadır :=)

Öğretmenlerin sorunları çok. Bir kere, en başta, ihtiyaç fazlası öğretmen yetişiyor ülkede. Atanamayan öğretmenler büyük bir sorun. Ve fakat kapitalizm için farklı bir şey ifade ediyor sorun ve kriz sözcükleri. Bütün sorun ve krizler, para sahipleri için kâra dönüşür. Her zaman. Öğretmen fazlası mı var? Tüh tüh, vah vah! Gelsinler dershanelerde karın tokluğuna çalışsınlar madem. Ya da kadrolu öğretmen olarak alacağımıza, yarı fiyatına ücretli öğretmen olarak çalışsınlar bari… (İyi kalpli kapitalizm)

Öğretmenlik, hiçbir mesleğin olmadığı gibi, kutsal filan değil elbette. Buna inanan öğretmen de kalmamıştır sanıyorum artık. Ama önemli bir meslek. Çünkü etki alanı ve yoğunluğu fazla. Diğer mesleklerde hatayı telafi etmek bir ölçüde mümkün iken öğretmenlikte çok zor. Zaten biraz da bu yüzden, saçma sapan müfredat programlarının ve eğitim politikalarının da katkısıyla, saçma sapan nesiller yetişip duruyor.

Öğretmenlerin birçok sorunları var ama başka bir sorunumuz daha var aslında: Öğretmenlerin niteliksizliği. Bu konu nedense pek gündeme gelmiyor. Ama bugün sırası mı şimdi bunun? Başka zaman inşallah, değil mi? Ezcümle: Anaokulundan beri okula giderim. Bir yüksek lisanstan atıldım, birini bitirdim. En son, bu yıl içerisinde doktoradan ayrılana kadar epeyce mektep medrese gördüm yani. Fakat çok az yararını gördüm.  Minnetle ve sevgiyle andığım çok az hocam oldu. İyi ki varlar. Oldular.

(Öğretmen-öğrenci ilişkisinin nasıl bir iktidar alanı olduğuna dair izlenebilecek filmlerden biri, 2014 yapımı Whiplash. Film bundan ibaret değil elbette ama madem bugün örtmenler günü, bu film de benden öğretmenlere armağan olsun…)

30.Kasım.15 Pazarertesi

Bir yerlere not aldığım incilerden:

“Okun/a/mayan kitap, ölü bir nesnedir, bir yüktür.”
Bilge Karasu (Ne Kitapsız Ne Kedisiz’den)

“Fikirler öykülerden oluşur, öyküler fikirlerden değil.”
Raymond Carver (Bir söyleşisinden)

“Telefonla konuştum bir kez, üst üste içtiğim üç sigaralı boğuk sesimle, biraz da sinirli: “Baba eve dön!” dedim. “Tamam oğlum” dedi bir paket içmiş sesiyle. Babalarla tartışmak böyledir işte, sonuna kadar haklı da olsanız konuşmayı yenilgiyle kapatan siz olursunuz.”
Murat Özyaşar (Sarı Kahkaha’dan)

* * *

İnsanların etnik kökenlerine ya da kendilerini her nasıl tanımlıyorlarsa o kimliklerine saygı duymak gerekiyor elbette. Ancak bazı tanımlamaları, yerleşmiş ifadeleri bu hassasiyetle bozmanın da bir anlamı yok sanki. Bir dilde yazılan, o dile katkı sunan eserler o dilin edebiyatına dahil değil midir? Söz gelimi, Cezayir asıllı Fransız bir yazarın Fransızca yazdığı bir eser Fransız Edebiyatına dahildir. Diyelim ki Arnavutça konuşabiliyorum ve yazabiliyorum (ah, keşke!) ama öykülerimi Türkçe yazıyorum. Demek ki Türk Edebiyatına dahilim ben de. Demem o ki; fazla zorlamasak mı acaba? Çok istiyorsak Türkçe Edebiyat’ı kullanalım ama Türkçe Edebiyat yerine Türk Edebiyatı diyoruz diye ırkçı olmayız, korkmayalım bu kadar!

1.Aralık.15 Salı 

Okumak ve yazmaktan ibaret dünyamda kendimi çok rahat hissediyorum ama bunun dışına çıkıp zorunluluklara, gündelik hayatın usandırıcı rutinlerine maruz kaldığımda, kendimi sanki yeni geldiğim ve hiç tanımadığım bir dünyanın içinde buluyorum. Doğrusu, tanıdığım ve fakat içinde olmak istemediğim bir dünya orası. Özellikle geçimi sağlamak için yapılan işler tam bir baş belası. Ve fakat ne yapalım ki, çalışmadan yaşayabilmek lüksüne sahip olmayan tüm yazarlar gibi, çalışmak zorundayım. Hayat gailesi. Medar-ı maişet. Paralı kölelik. Neyse ki kimse yalnız değil; edebiyatımız ve dahi dünya edebiyatı karnını doyurmak için saçma sapan işler yapmak zorunda kalan yazarlarla dolu. Kitabınız bir batında 250.000 adet basılmıyorsa, yalnız değilsiniz gençler!

2.Aralık.15 Çarşamba 

Belki şehre bir festival gelir… Gezici Festival 21. kez geldi. Birkaç güzel film izledik bu sayede. Poe’nun beş öyküsünden (Gammaz Yürek, Kuyu ve Sarkaç, Usher Evinin Çöküşü, Kızıl Ölümün Maskesi, Valdemar Vakasına Dair Gerçekler) uyarlanan beş kısa filmden mürekkep bir animasyon olan Olağanüstü Masallar’ı (Extraordinary Tales) ve birkaç kısa filmi izleme şansım oldu. Suriyeli bir mültecinin hikayesini anlatan ve senaryosuna Hakan Günday’ın da katkı sunduğu kısa film Orman (The Jungle) çok başarılıydı. Ama asıl Tikkun’dan bahsetmeli.

8e2ac-ku25c5259fkucu2bthomas

Tikkun, aşırı dindar bir Yahudi gencin hikayesi. Din üzerine düşünmek için çok iyi bir fırsat sunuyor. Filmi anlatmayayım ama yönetmeni Avishai Sivan için söylenen İsrail’in Lars Von Trier’i gibi son derece itici tanımlamayı çok ciddiye almayın derim. Hem ne zaman bitecek bu “Amerika’nın Çehov’u, Doğu’nun Kafka’sı” yok efendim “Türkiye’nin Etgar Keret’i” gibi saçma sapan laflar! Bitsin artık. Neyse, filme ve dine dönelim biz.

Din, nasıl algıladığınıza göre değişen bir olgu. Yekpare bir yorumu ve uygulaması yok elbette. Filmdeki gibi, hayatı kendinize işkence yapmanın bir aracı da olabiliyor. Oysa her şeyi kararınca yaşayıp inançta dahi eleştirel aklı elden bırakmamak mümkün. Demem o ki İsa’nın yarasını görmeden dirildiğine inanmayan Kuşkucu Thomas olmalı; Tevrat’ın çoban İbrahim’i değil, Kuran’ın Allah’a sorular soran ve put kırıcı İbrahim’i olmalı; Tapınak’taki tefecilerin tezgahlarını tekmeleyen İsa olmalı!

Onur Çalı