Edebiyat ortamımız, ülkemizin diğer ortamlarından farklı değil. Yani; kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az ve sair. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Hem, kağıt oyunu oynayanlar bilir; ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştım. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

f1c4a-25c325b6m25c325bcr

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti? 

Tek kelimeyle yavaş gelişti, çünkü yakın zamana kadar kurmaca yazmaya pek vaktim olmamıştı. Ancak üstümdeki sıfatlar ve yükler azalınca bilgisayarın başına oturabildim. Madem kitap yazmak gibi bir hayalim var, onun için çaba sarfedeyim dedim.

Yazma uğraşını neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdın? 

Jean-Paul Sartre “Bir insan her zaman hikâye anlatıcısıdır; kendi hikâyeleriyle ve başkalarının hikâyeleriyle çevrili yaşar; başına gelen her şeyi onlar aracılığıyla görür ve hayatını anlatıyormuş gibi yaşamaya çalışır.” demiş. Çevremizdeki hikâyeler, şiir, öykü ya da roman türünde anlatılabilir. Kısacası nasıl olursa olsun, insan anlatmaya ihtiyaç duyar. Ben de bu sözün doğruluğuna inanıyorum, dizimizdeki yaranın bile erik ağaçlarıyla başlayan uzun bir hikâyesi var. Fakat kalkıp da Muhtelif Evhamlar Kitabı‘nı böyle derin saiklerle yazdım dersem doğru olmaz. Sadece kafam karışık olduğu için öykü yazdım. Aklımdaki başı sonu olmayan paragrafları, kırık dökük cümleleri, birbiriyle çelişen düşünceleri kendimce düzenlemeye çalıştım ve ortaya bu kitap çıktı.

Yayınevini nasıl belirledin? İlk kitabın yayımlanma sürecinde neler çektin? 

Öykü dosyasını birkaç yayınevine gönderdim, ardından uzun bir sessizlik oldu. Bence artık boşuna bekleme, hem bak evde tuvalet kağıdı ve peynir bitmiş, git iki top tuvalet kağıdı ve yarım kilo tam yağlı Ezine peyniri al, diyen türden. Böylece öykü dosyasını kafamda çöpe atıp yazmakta olduğum romana odaklandım. Beklemediğim bir zamanda da cevap geldi.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde sana yol gösteren, yardımcı olan bir editörün oldu mu? (Eğer olduysa, editöründen razı mısın?) 

Evet, kitabın basılma sürecinde yayınevinin editörlerinden Devrim Çakır ile birlikte çalıştık. O da öyküler konusunda heyecanlıydı, güzel geçti.

İlk kitabınla hayatında neler değişti? Neler ummuştun ne buldun? 

Gündelik hayatımda değişen bir şey olmadı. Zaten bir kitap yazacağım ve tüm hayatım değişecek diye bir beklenti içine girmedim, sanırım böyle bir beklenti içine giren insan da yoktur. Bir yerde okumuştum, sanat ve sanatçı hakkında: İnsanlar Van Gogh olmaktan çok, tiyatroya gitmiş Van Gogh olmak istiyorlar, diyordu o yazıda. Kalıplara, sıfatlara, miş gibi yapmaya gerek yok. Ben sadece bir şeyler yazmak istiyorum.

Telifini alabildin mi/alabilecek misin? 

Elbette aldım, bir sorun olmadı.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Sen salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdin? 

Edebiyatın bir mutfağı varsa eğer, o mutfak hayatın ortasında yer alır diye düşünüyorum. Bir balina gemisinin yağ kokan kamaralarından Melville’in Moby Dick‘i ya da ne bileyim tozlu icra dairelerinden Hasan Ali Toptaş’ın Gölgesizler‘i çıkabilir. Velhasıl uzun yıllar boyu pek çok sosa bulandım, olduğu kadar marine edildim. Şimdi de kısık ateşte pişmekle meşgulüm. Yemeğin olması ne kadar sürer bilmiyorum, belki de hiç olmaz.

Edebiyat dergilerine gelirsek… Edebiyat dergilerinde öykülerinizin yer alması gerçekten önemli bir olay. Neden diye bunu yüz kişiye sorsak, isminizin bilinirliğinden ve onaylanmanın verdiği gururdan bahsederler. Bana kalırsa en önemlisi, sizi o masanın başına oturtup günlükten daha farklı bir şey yazmaya zorlamış olmasıdır. Yetmez mi?

Kitabın yayımlandıktan sonra yakın çevrenin ve ailenin yazmak/okumak uğraşına bakışları değişti mi? Yazıyla ilişkinde ciddi olduğuna ikna oldular mı? Kitap sana bir özgürlük alanı ya da dokunulmazlık zırhı kazandırdı mı? 

Evet, en azından yazma konusunda ciddi olduğum anlaşıldı.

Peki, bundan sonra? 

Bundan sonrası uzun hikâye… Yazmayı düşündüğüm pek çok hikâye var. Şu sıralar bir roman üzerinde çalışıyorum. Bir de farklı tarzda iki öykü kitabı fikrim var, ne zaman yazarım emin değilim.

Daha sonra da yazmaya ilk başladığım, asıl yazmak istediğim ve acemice olmasın diye sürekli ertelediğim diğer romana odaklanacağım. En azından plan böyle, tabii neler olur, neler değişir bilemiyorum.