26.Ocak.16 Salı

Eğer yeterince yaşarsak, hepimizin sonu aynı şeyleri konuşup aynı şeyleri anlatan yaşlılar olmak. Ne yapılabilir? Genişlemek, zenginleşmek gerekir herhalde. Okuyarak, yazarak, iyi müziğin, iyi filmin peşini bırakmayarak, muhakkak bir uğraş edinerek (n’olur en azından bir uğraşınız olsun, yoksa çocuklarınız ve sonra da torunlarınızdan başka konuşacak bir şeyiniz kalmayacak) aşık olarak, bir şeyleri aşkla yaparak, yeni yerler ve yeni insanlar tanıyarak yaşamak gerekir herhalde. Yaşadım, diyebiliriz o zaman gönül rahatlığıyla. Belki. Başkalarını da sıkmadan.

* * *

Şair, müzisyen ve çevirmen Tozan Alkan, “çevirmenlerin ve çeviriye kafa yoranların çeviri hakkında ne düşündüklerini” derlemiş. Karşımıza birçok değerli şair yazar ve çevirmenin çeviri hakkında ettikleri kelamlarla dolu bir kitap çıkmış: Çeviri Dedikleri

Birçok güzel ve isabetli tanımlama ve yorum var. Ben kendime en yakın olanlardan birkaçını paylaşayım:

“Tercüme ile sevilen şair, şiiri için değil olsa olsa düşüncesi için sevilir.”
Ahmet Hamdi Tanpınar

“Tercüme edilecek eser, şaheser olmadıkça, nakli için ihtiyar edilen zahmet beyhude bir emektir.”
Ahmet Haşim

“Çeviri, başarısızlık sanatıdır.”
Umberto Eco 

“Çevirmen, ırzımıza geçme!”
Milan Kundera 

“Çeviri olanaksızın sanatıdır.”
Michael Hamburger

Ve çeviri sözcüğünü ilk kullanan, dilimize kazandıran Nurullah Ataç beyefendiden:

“Tercüme sanatının en büyük felaketi –yalnız bizde değil, bütün dünyada– çok zaman, esasen yaratıcı olmayan insanların eline düşmesidir.”

28.Ocak.16 Perşembe

Raymond Chandler şöyle buyurmuş:

“Kendime üç mutlak yazma kuralı edindim: Katiyen tavsiye alma. Bitirmediğin bir işini kimseye gösterme, kimseyle tartışma. Eleştirilere cevap verme.”

29.Ocak.16 Cuma

Pek çekingen biri sayılmam artık ve fakat şu hayatta çekindiğim, yapamadığım şeylerden biri çakmak istemektir. İşyerinde tütün tüttürmek için bahçeye inip çakmağımı almadığımı fark ettiğim zamanlarda, eğer yanımda yöremde bir tanıdık yoksa, yabancı birinden istemektense, üşenmem, çıkar yukarı çakmağımı alıp tekrar inerim bahçeye.

* * *

Haydaa’lar(Elbet vardır manaları ve fakat örterler yüzlerini)

Çıktım erik dalına anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu
Yunus Emre

Berzahtan kurtuldum çıktım aradan
On yedi yaşında doğdum anadan
Harabi (Ahmet Edip)

Kaplu kaplu bağalar kanatlanmış uçmağa
Kertenkele derilmiş diler Kırım geçmeğe
Kaygusuz Abdal

* * *

Musica

Kar-kış güzellemesi yapmayan insanlar, şarkılar, şiirler ne kadar da güzel!

Kış neden var, neden sonsuz olmuyor bahar?

Kış neden var, neden yağmalı bu kalpsiz kar?

* * *

Hayat gerçekten çok kısa. Aşık olmak, sonra yine olmak, sonra yine olmak için mesela, çok kısa. Okumak için, yazmak için, gezmek için çok kısa. Hayat film izlemek için de çok kısa. Hep eksik kalacak, hep eksikli gideceğiz, biliyorsunuz değil mi? Çok delikanlı olanlarımız üstü kalsın diyebilecek belki. Ben diyemem.

(Çalışmak zorunda olmayacak kadar paramız olsaydı, yani zengin olmak demek oluyor bu, hayat biraz daha uzun olabilir miydi o zaman? Sanki olurdu.)

* * *

Tozan Alkan’a bir katkı olsun benden. Kitap-lık’ın eski sayılarından birine göz atıyordum, Ocak-Şubat 2001 tarihli 45. sayısına. Rahmetli Nermi Uygur’un “Hakkı Yenen Çevirmen Yazarlar” başlıklı yazısından birkaç çeviri notu:

“Çevirmeni yazardan saymamak düpedüz bir kültür kabalığı benim gözümde.” (s. 203)

“Çevirmek: rengi, kokusu, özsuyu, tadıyla bir dil-ülkesinden bir başka ülkeye, çağa, halka, kültüre, canlılık yönünden bir şey yitirmeksizin, yeni yeni dallar, ağaçlar, yapraklar, meyveler getirmektir. Olası mı bu? Kolay bir şey mi bu? Ötelerdeki bir kuşyuvasını, tüm kuş-ailesiyle birlikte, hiçbirşey incitmeksizin, kendi dil-evrenine aktarıp orada yaşatmak, – kolay mı bu? Ne eşsiz özveri çeviri uğraşı, ama ne tat iyi çeviri yapıtı okumak! Ne çok hakkı yeniyor çevirmenin, oysa ne güzel bir ödev çevirmenin yazarlık hakkını tanımak!” (s. 208)

(Nermi Hocanın yazısını aynen aktardım, sözcükleri yazma biçimini, noktalamasını düzeltmek gibi bir çoh-bilmişliğe girişmedim efendim.)

01.Şubat.16 Pazarertesi

Ergüder Yoldaş ölmüş diyeler. Olabilir, herkes ölecek. Ama bu eseri ölür mü? Filiz Bingölçe de ölmüş diyeler. Peki Kadın Argosu Sözlüğü? Avunuyoruz işte, ne yapalım, ölüm zor.

* * *

Haydar Ergülen, Dağlarca için 94+6 cümle yazmış (Dağlarca İçin 94 Cümle, Tekin Yayınevi, 2015). Dağlarca’yı ve şiirini kuşatan uzunlu kısalı ve sevgi dolu cümleler… Biz de, “Dağlarca en ‘genç’ iki şairden biridir.” başlıklı 11. cümleyi buraya alıyoruz, hem Haydar Ergülen’e hem İlhan’a hem de Dağlarca’ya sevgiyle:

“Diğerinin kim olduğunu yazmaya gerek yoksa da biz yine de söyleyelim, elbette İlhan Berk’tir. İlhan Berk’in gençlikle ilgili tutumunu hayli öne çıkarmış, vurgulamış olmasına karşın, Dağlarca bu hususta neredeyse ağzını bile açmamıştır. Peki ne yapmıştır bunun yerine? Değme genç şairin yapamayacağı şeyi yapmış ve yazmıştır. Neyi mi? Örneğin son kitaplarından biri olan Seviştilerken’i (1999) yazmış ve oradaki şiirin enerjisi, diriliği ve tazeliğiyle şiiri de şairleri de gençleri de şaşırtmıştır. Onun genç olduğuna bu kitapla bir kez daha inandım. Çünkü Vücut’tan Gövde’ye gelmiştir. Onun şiirinde gençlik her zaman vardır ve hiçbir yere gitmemiştir. Gençlik, aşktan ve şiirden gelir. En çok da onu çağıranlara gelir, tıpkı İlhan Berk ve Dağlarca’ya geldiği gibi:

Kim hızlı ya da yavaş
Yürüse
Anlarım, geldiğini gelmediğini
Sevgiden.” (Dağlarca İçin 94 Cümle, s. 21)

Kitaptan öğrendiğimize göre Dağlarca buralardan göçtüğünde ardında 158 kitap bırakmış. Elbette hepsi de şiir. Çünkü Dağlarca, şairin düz yazmasına karşıymış. 158. Her hafta bir kitabını okumaya yeltensek üç yıl sürüyor. Adı boşuna Dağlarca değil, Dağlarca’nın.

* * *

Bir Film Bir(kaç) Cümle

Joy: Şahsi bir “başarı hikayesi”. Tam Amerikan tarzı. Bize de şöyle demek düşüyor: Keder var Neşe’de. Filmin tek güzel yanı Jennifer Lawrence.

Django Unchained (Zincirsiz): İkinci kez izledim. Yine izlerim. Hikaye, kurgu zaten on numero ama sırf Christoph Waltz, Samuel L. Jackson ve Leonardo DiCaprio (bu sene Oscar’ı vermezlerse yuh artık!) için bile izlenir! Herifler döktürüyor.

Hateful Eight: Tam bir Tarantino filmi. Türü ne olursa olsun (Western, Samuray, Kung Fu) çektiği her filme silinmez bir biçimde atıyor imzasını. Hateful Eight, filmde gördüğümüz her karakterin filmin sonunda ölmesiyle Rezarvuar Köpekleri’ni hatırlattı bana.

The Big Short (Büyük Açık): Bir Wall Street hikayesi. Gene çok Amerikan bir film. Oscar alırsa üzülürüm. (Konut kredisi çekmeyin ve kahrolsun bankalar ve de kapitolizm)

Defective Dedective (Defolu Dedektif?): Dört dakikalık muazzam bir cinai animasyon. Buradan yakabilirsiniz.

b62ff-12

Büyük Gözler: Kocaman gözlü çororo çocukların ressamı Margaret Keane’in gerçek hikayesinden türetilmiş bir Tim Burton filmi. Sanat icra etmekle sanatçı olmak (yazmakla yazar olmak ya da resim yapmakla ressam olmak) arasındaki ince farkı büyük gözlerimize sokuyor. Tabii, feminist okumaya oldukça açık bir film.

Casuslar Köprüsü: Senaryosunda Coen Biraderlerin parmağı olması hasebiyle dikkat çekici. Fakat filmden en çok öğrendiğimiz: En birinci, en büyük, en kahraman Amarika! Mark Rylance iyi. Yararı olur muydu?

* * *

Musica

I Didn’t Know What Time It Was, Cassandra Wilson’dan. Evet, Seyrek Yağmur’da adı geçiyordu, Blue Skies albümünden.

Onur Çalı