02.Şubat.16 Salı
Şu hayatta tav olduğum insan tipi, elbette, saymakla bitmez ancak ilk üçe rahatlıkla girebilecekler şunlar:
1- Bana kendilerinin çakmakçıbaşıymışım gibi davranarak ateş isteyenler. (Özellikle ablalar)
2- Çok fazla, çok keskin ve çok ağır parfüm sürünenler. (Özellikle abiler)
3- Balık istifi gittiğimiz dolmuşu/otobüsü, cehennem sıcaklığında ısıtan şoförler. (Elbette bunlar hep abiler)
* * *
BirGün gazetesi nefes alamadığını ilan etti. Bu karanlık günlerde özgürlüğün sınırını zorlayarak yayın yapan herkes çok kıymetli. Destek vermeli. Üyelik kampanyalarına destek olamıyorsak bile (bu arada Can ve Ayrıntı Yayınlarının destekleri de takdire şayan) her gün bir BirGün alabiliriz, en azından bunu yapabiliriz.
* * *
Öyküyle az biraz ilgilenenler bile biliyordur artık ama tekrarda zarar yok: Vakit eylemek, ilginç bir olayı paylaşmak (anektod), aforizmatik laflar edebilmek için hikaye anlatmakla öykü yazmak arasında uçurumlar var. Uçurumlara düşmeyin. En azından hikaye mi öykü mü? Buna karar verin. Kendinizi de kimseyi de kandırmayın. Derim. Artı, bir düşünce iletmek için n’olur öykü yazmayın. Makale yazın, bildiri yazın ama okuyana satırlar ardından ilkokul örtmeni gibi parmak sallayan öykülerinizden yazmayın.
* * *
Ölüler denizi oldu artık Ege. Her gün ölüm haberleri geliyor. Yazın, yüzerken ayağınıza bir şey takılacak, o büyük ihtimalle yosun olmayacak.
* * *
İyi insan ve iyi müzisyen Cem Adrian’ın çıkışı çok yerinde. O Ses Türkiye adlı yarışmada, tüm yarışmalarda olduğu gibi, insanların heves ve heyecanları sömürülüyor. Bir anda meşhur olmak hayaline hunharca odun taşınıyor.
* * *
Notos’un geleneksel soruşturmalarının onuncusu Türkiye sinemasının yüz yılından seçilecek 40 film üzerineydi. 383 katılımcının seçtikleriyle bir liste çıkmış ortaya. Elbette, tüm seçmeler gibi herkese uyacak bir liste değil, böyle bir şey mümkün de değil. Benden de 10 film istemişlerdi. Çok zorlandım çünkü elim ziyadesiyle yeni filmlere gidiyordu. (Söz gelimi, Sarmaşık’ı yazmayı çok istedim ama yüz yıllık bir birikim vardı ardımızda, erteledim.) İzleyebildiğim, değerlendirebildiğim ölçüde kafa yorup sonunda şu listeyi iletmiştim:
Korkuyorum Anne (Reha Erdem)
Eşkıya (Yavuz Turgul)
Uzak (Nuri Bilge Ceylan)
Yazı Tura (Uğur Yücel)
Yumurta (Semih Kaplanoğlu)
Sen Aydınlatırsın Geceyi (Onur Ünlü)
Yeraltı (Zeki Demirkubuz)
Duvara Karşı (Fatih Akın)
Umut (Yılmaz Güney)
* * *
Orhan Pamuk’un yeni kitabı çıkıyormuş. Orhan Pamuk, edebiyat içre meselelerde bolca eleştirilebilir; hatta eleştirilmesi gereken bir yazar. Ama edebiyat içre. Ve bu genelde yapıl(a)mıyor. Edebiyatla hiç ilgisi olmayan sözleri nedeniyle bir yaygaradır gidiyor. Gene benzer bir şey olmuş. Aslında, Orhan Pamuk’ta kabahat yok. Orhan Pamuk’u layıkıyla değerlendiremeyen –olmayan– eleştiri ortamının kabahati var. Orhan Pamuk’a bir siyasetçiye sorulması gereken soruları yönelten röportajcıların kabahati var.
03.Şubat.16 Çarşamba
Gard dergisinin internet sitesi için Ayın Öyküsü diye bir köşe hazırladım birkaç ay. Her ay bir öykücü arkadaşımı kısaca tanıtıp kitabından bir öyküyü yayımlıyorduk. Sonra ben su koyverdim. Onlar da birkaç ay daha devam edip bitirdiler sanırım. İyi bir öykü okumak isteyenler için, dedim kendi kendime, bari Dünlükler’de link vereyim. Orada konuk ettiğim birkaç ismi, burada da anayım. İlk konuğum, İsahag Uygar Eskiciyan imiş (Ekim 2014). İşte burada.
05.Şubat.16 Cuma
Gün içinde yaşadığınız, üzerinde durmaya değmez sandığınız, hemen herkese önemsiz görünen onca ayrıntının, gündelik tekrarın, alışkanlığın bir öykü cümlesinde tam da sizin düşündüğünüz gibi capcanlı ifade edildiğini okuduğunuzda, hayata ilişkin bir mutluluğa kapıldığınız olur mu sizin de? (Murathan Mungan, Kibrit Çöpleri, sayfa 96)
* * *
“James Joyce bir yerde Ulysses’in kendisi için anlamını ‘babamın ve arkadaşlarının konuşmasını yakalama’ çabası olarak ifade eder—Ulysses’in karmaşıklığını düşündüğünüzde bu sözler şaşırtıcı gelse de bütün yazarlar bunun anlamını bilir. Edebiyatın kaynağı –ilhamın da temeli– yuva özlemini giderme, mekânları, insanları, çocuklukları, aile ve kabile ritüellerini, yaşam biçimlerini yaşatma isteğiyse bu bazı sanatçılar için yaşamın içinde kaybolanı sanatın aldatıcı-kalıcılığında bulma isteğine ya da mecburiyetine döner. Büyük modernciler –Joyce, Proust, Yeats, Lawrence, Woolf, Faulkner– anlatı tekniği açısından devrimci olsalar da, konuları tamamen özel yaşamlarına ve yaşadıkları yerlere dayanır. Modernci, özel yaşamını sanatına malzeme ederek sıradanı sıradışına çevirebilen kişidir. İtirafçı şairler –Robert Lowell, John Berryman, W. D. Snodgrass, Anne Sexton, Sylvia Plath ve bir ölçüde Elizabeth Bishop– yaşamlarını hipnotize olmuşçasına sanat olarak sunmuşlardı. Çağdaşlarımıza benzemeyen Saul Bellow, Philip Roth ve John Updike gibi yazarlar genelde bildik konulara dönerek bıkıp yorulmadan hevesle geçmişlerini, yaşamlarını, ‘öz’ kavramının büyüsüne kapılmışçasına yeniden düşleyerek başarı kazandılar.”
(Joyce Carol Oates’in yazısından bir bölüm. Güzel yazı, okuyun derim.)
* * *
Çeviri Dedikleri’nden:
“Çeviri, kıskanç bir tanrının, insanoğlunu bölüp dağıtmasından doğan olumsuz sonuçlara Prometheusça bir başkaldırmadır.”
Akşit Göktürk
“Her şair kabiliyetli bir mütercim değildir. Fakat her büyük mütercim hakikatte şairdir; şuurlu bir şairdir.”
Andrey Beliy
08.Şubat.16 Pazarertesi
Hava soğuk, yerler buzlu olabilir. Sigarayı bırakmaya çalışmanın stresi iliklerimize sinmiş olabilir. Olur a, sevgilimizle kavga etmişizdir belki. Bir dostumuzu çok özlemişizdir. Sabah işe yürürken arabanın biri üstümüze su sıçratmıştır. İnsanlar her zamanki gibi vurdumduymaz, kaba ve çirkindir. Olabilir. Ama bir ince arkadaşınız size memleketinizden bir çakıl taşı getirmiştir, ince görerek, size ve bir şair arkadaşınıza. Böyle ince okuyan biri varsa öykülerinizi, hiçbir şey bozamaz moralinizi.
* * *
Bir Film Bir(kaç) Cümle
Black Hole: Kara deliklere dikkat! (Buradan)
İftarlık Gazoz: Hem güldüm hem ağladım. Oyuncular (özellikle Cem Yılmaz ve Berat Efe Parlar) çok iyi. Başarılı örneği çok nadir olan şive kullanımı, hakkaten başarılı. Yüksel Aksu’nun diğer iki filminden çok daha yukarda. Nedir, o animasyon sahnelerine gerek var mıydı? O kısımlar biraz sarkmaya neden olmuş hikayede. O da filmin potu olsun, olur o kadar. (Sarmaşık’tan sonra bu filmde de Deniz Üstü Köpürür’le karşılaşmak. Aslında bir Muğla türküsü olduğunu öğrenmek…)
Father: Babalar eskir. (Buradan)
Muhsin Bey: Restore edilmiş kopyasını izlemişim farkında olmadan. Muhsin Bey, bir kaybeden. Ama Ali Nazik’e ya da başka birine karşı değil, o bir doğuştan kaybeden. Keşke, yeni filminde bu ikiliyi (Şener Şen-Uğur Yücel) tekrar bir araya getirse Yavuz Turgul.
09.Şubat.16 Salı
Dergi Köşesi
Notos’un içerik zenginliğinden, niteliğinden, ilk çıkmaya başladığı günden beri gündem oluşturma konusundaki girişimlerinden bahsedecek değilim. Edebiyat dergisi okuru olan herkesin malumu zaten. Naçizane bir dergi okuru olarak benim en çok önemsediğim özelliği ise tam zamanında çıkıp dağıtılması. Şimdi de kağıt değişikliğine gitmişler. Bu değişikliğin artısı, derginin daha hafif hale gelmiş olması ki bu iyi olmuş. Ve fakat ışıkta parlıyor, okumayı zorlaştırıyor, gibi geldi bana.
Askıda Öykü’deki İlhan Durusel söyleşisini kaçırmayın, kaçırmayın, kaçırmayın!
Öykülem sakin ve emin adımlarla üçüncü kez çıktı. Daha önce başka bir dergide öyküsü yayımlanmış biri, aynı öyküyü buraya da göndermiş. Talihsiz bir olay ama çok da mühim değil. Daha iyi bir dergi olacak gitgide Öykülem. Eyüp Tosun’un, öyküyü sıkı takip ettiğini düşündüğü on okurla söyleşi yapması, onlara 2015 yılında en sevdikleri/beğendikleri öykü kitabını sorması da hoş olmuş. Ayrıca, “Bir Kelime Bir Hebâ” bölümü de şugar olmuş.
CazKedisi’nden öğrendim Demir, Kömür ve Şeker’i, Devrim Dikkaya’nın yazısından. Anarşiklik yapıp internetten indirdim, nefaset bir şey, hakikaten enfes!
* * *
Orhan Pamuk, Yekta Kopan’a verdiği röportajda bir müjde vermiş ki allah allah! Kısa hikaye yazacakmış. Allahtan on sene istemiş Yekta Bey’den. Ohh!
Yalnız, sevdiği kısa hikayelerden örnek verirken ufak bir hata olmuş sanırım. Orhan Pamuk meşhur kısa öykü Dinozor’un Umberto Eco’ya ait olduğunu sanmış ama işin hakikati, söz konusu öykü Latin Amerikalı yazar Augusto Monterroso’ya aittir efendim ve aslı şöyledir: Uyandığımda dinozor hâlâ oradaydı.
Bu da bizden bir düzeltme, bir katkı olsun.
Esen kalın, on yıl daha keyfini çıkarın kısa öykünün :=)
* * *
Tunalı Pasajı’nda eski bir kitapçının yığınlar halinde duran kitaplarına rastgele elimi attım, bakın ne çıktı:
Ağlarsa kimin gözü
O benim gözüm.
Fazıl Hüsnü Dağlarca (Türkü, Türk Dili Dergisi sayı 209, Şubat 1969)
* * *
Musica
Cem Karaca ve Moğollar’ın 2.2.1973’de Ankara’da bir stüdyoda yaptıkları hücum kayıt, ilk kez yayımlandı: 2.2.1973. Genç illüstratörlerin her şarkıya eşlik eden çalışmalarıyla, özenli baskıyla. Kaydın hikayesi albümün kartonetinde var, kendiniz okuyun. Ben şimdiden, herhalde on kere dinlemişimdir kaydı ve aklıma hep şu dizeleri geldi Lale Müldür’ün: ve bok gibi genciz genciz genciz. Hakikaten öyle. Hem o gençlik enerjileri hem de birlikte müzik yapmaktan aldıkları keyif nasıl da yansımış. Ne iyi etmişler. İyi ki de saklamış İzzet Öz kaydı yıllarca.
Kayıt sırf yukarıda saydığım nedenlerle bile korkunç güzel ama bir güzelliği daha var. Şarkı aralarında, geçişlerde dörtlünün kendi aralarındaki muhabbet. Söz gelimi, Deniz Üstü Köpürür’e başlarken şöyle diyor Cem Karaca: “Şimdi size kendi aramızda deterjan diye ad taktığımız bir Bodrum türküsünü çalalım…” Ve bir süre daha geyik sürüyor şarkıdan önce. Sonra da deterjan başlıyor :=)
Onur Çalı
Bu sayının görselleri, Türkiye’de grafik sanatının kurucusu olarak anılan İhap Hulusi Görey’e aittir. Saygıyla…
Sevgili Onur, yine harika bir bölüm olmuş. Sabahtan beri ayrılamıyorum. Ne vakit okuyup, dinleyip, yaşayıp yazıyorsun? Gıpta ettiğim iki işten biri çiçek diğeri müzik albümleri satıcılığıdır. İkisinin de alıcısı güzel insanlardır. Tunalı Pasajındaki sahafın komşusundaki caz albümleri aklımı almıştı. Oates'in yazısı gerçekten güzelmiş, teşekkürler.servet
Eyvallah abi. Başka işimiz mi var, okuyup yaşayıp dururum işte 🙂 Bizim de ilk adresimiz orasıydı, Süleyman abinin dükkandı, Halim abi cennete düşmüş gibi oldu orada.