2943b-700x150848_idam_1.jpg

Yüzbaşı Andrey Denisov gözleri ve elleri bağlı bir şekilde idam edileceği meydana getirildiğinde önce uzaktaki kalabalığın sesini duydu. Halbuki diğer benzer zamanlarla kıyaslandığında o gün orada pek fazla insan toplanmamıştı. Kafasındaki bandı çıkardıklarında havadaki gri ışık bir an Yüzbaşı Denisov’un gözlerini kamaştırdı; sonra önündeki alan, idam sehpası ve insanlar ve uzaktaki binalar yavaş yavaş biçime kavuştular. Tam ortada cılız bir topluluk vardı. Denisov gelirken duyduğu seslerin aslında kulağının içinde büyüdüğünü anladı ve içinde bir küçümseme hissi oluştu. Ön tarafta dikilenler arasında gazetesinden birkaç kişiyi gördü ama bulunduğu yerden yüzlerindeki ifadeyi seçmek çok zordu. Son isteği sorulduğunda “Votka,” diye cevap verdi Yüzbaşı Denisov “Varsa, bir şişe votka.” Az ötede görevli askerler idam platformunun üzerinde son hazırlıkları yapıyorlardı. Denisov’a bu tarafta biraz yürümesi için izin verildi. Ayağa kalktığında çizmelerinin parmak uçlarını sıktığını hissetti. En son ne zaman yürüdüm acaba, diye geçirdi içinden Denisov. Ama böyle yürümek değil, sadece adım atmak değil, gerçek anlamda yürümek, yani. Az sonra kendisine uzatılan bir bardak votkayı bir dikişte içti. Subay, görevli askere boş bardağı geri verirken ona fazla uzaklaşmamasını, biraz sonra bir tane daha isteyeceklerini söyledi. Çocuk suratını astı. Askerin yüzündeki bıkkınlık ifadesini gören Denisov nedense üzüldü buna ve “Koyun can derdinde…” diye düşündü. Son bir kaç gündür içinde bir yerlerde iyice koyulaşan o sıkıntı duygusuyla birkaç adım daha attı ve uzaktaki bulutlara bakarak mırıldandı: Acaba bir daha yazı yazabilecek miyim?

Döndüğünde annesi de oradaydı, Denisov’un sandalyesinin yanına bir tabure koymuşlardı. Ana-oğul bir süre meydanda yükselen uğultuyu duymadan orada sessizce oturdular. Andrey Denisov askeri okulda öğrenciyken annesi onunla birlikte böyle istasyona kadar gider, tren gelene kadar oğlunun yanında sabırla beklerdi. Orada, garda, eski bir ahşap bankın üstünde saatlerce oturdukları olurdu. Bu esnada kadın oğluna bildik anne öğütlerinden verirdi; bunlar, daha çok, beslenme ve çamaşır yıkama konusundaydı. Elbiselerin kolay katlanıyor aslında, gibi şeyler söylerdi. Andrey Denisov seneler sonra bu uzak okul günlerini gazetesindeki köşesinde yazmış, o dönemi -okuyan kişide belirgin bir özlem ve saygı duygusu uyandıracak şekilde- tatlı tatlı anlatmıştı. Şimdi yaşlı annesi sessizdi, yıllarca dua ettiği Yüce Tanrı’nın onlara vermiş olduğu bu cezaya inanamaz gibiydi. Ama her şeye rağmen (infazın gerçekleşmesine sadece dakikalar kalmıştı) kadının içinde hala bir şeylerin değişeceğine dair bir inanç vardı. Hayatı boyunca Yüce Tanrıyı bir yerden alırsa diğer yerden verir, bir kapıyı kaparsa diğerini açar bilmişti; bu bakımdan kafası şimdi çok karışıktı. Yüzbaşı Andrey Denisov içinse bunlar uzak, çok uzak düşüncelerdi. Tekrar çizmelerine doğru eğildi, onları topuklarından tutup gevşetmeye çalışırken aklından yine aynı şey geçti: Acaba bir daha yazı yazabilecek miyim?

Mesut Barış Övün