Edebiyat ortamımız, ülkemizin diğer ortamlarından farklı değil. Yani; kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az ve sair. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Hem, kağıt oyunu oynayanlar bilir; ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştım. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

f619e-8

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

Yazmaya geç başlayanlardanım. Geç kalma hâli olumsuzluk içerse de ben bu cümleyi kurarken bir şeyi kaçırmış olma, yetişememe anlamında kullanmak istemiyorum. Tam tersine, tam da zamanıymış dediğim bir dönemde, yeterince biriktirdikten sonra başladım yazmaya. Çok yerde dönüp dolaştıktan, farklı işlerin, heveslerin peşinde koştuktan, birçoklarının geçici ya da öğrenilmiş zorunluluklar olduğunu keşfettikten sonra aslında hep aradığım tutkunun edebiyat ve yazmak olduğunu anladım. E bu da uzun bir zamanımı aldı. Sonrası öykü öykü gelişti, kendi doğal zamanında ilerledi, günün birinde kitap hacmine geldi. Hiç acele etmedim. İçime sinene kadar bekledim.

Yazma uğraşını neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdın?

Okurken de, sohbet ederken de lüzumsuz laf kalabalıklarına dayanamıyorum. Öykünün, belki ¨iyi öykü¨nün diye vurgulamalıyım, derinliğini, defalarca okunabilirliğini, hatta her okuyuşta katlanan tadını seviyorum. Bütün olanaklarım elimden alınsa, sadece on iyi öykü verseler, hayatımın sonuna kadar aynı şeyleri okuyabilirim. Her alanda derinliği severim. Öykü yazmanın zorluğu da bana çekici geliyor. Yazdım oldu’yla olmuyor. Uğraş istiyor, bir çeşit zanaat. Novellayı da seviyorum, yazabilirim.

Yayınevini nasıl belirledin? İlk kitabın yayımlanma sürecinde neler çektin?

Ne bassa okurum dediğim birkaç yayınevinden birisiydi. Dosyamı ilk Notos’a gönderdim, tamam, dediler. Yıllık planlarına göre neredeyse bir yıl beklemem gerekecekti, kabul ediyor muydum? Elbette, nasıl etmem. Bekleme sürecine girmedim, o yüzden beklemek zor gelmedi. Bir gün aradılar, önümüzdeki ay çıkıyor, dediler.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde sana yol gösteren, yardımcı olan bir editörün oldu mu? (Eğer olduysa, editöründen razı mısın?)

Öykülerimi dosyaya girmeden önce güvendiğim farklı kişilere defalarca okutmuş, defalarca düzeltmiştim. Bu çalışma gerçekten önemli, ilk kitaplar için daha da. Yani öykülerim pişmeden önce olabildiğince hazırdı. Yine de şanslıyım ki, editörüm de bir öykücü, Dilek Emir. Maddi kusurların yanında, öykü sıralamasını tartıştık, kitap adı vs. onun dışında pek bir şey değiştirdiğimizi hatırlamıyorum. Razıyım tabii, teşekkürler Dilek Emir.

İlk kitabınla hayatında neler değişti? Neler ummuştun ne buldun?

Hiçbir şey değişmedi, yazmak açısından daha da zorlaştı. Çünkü artık üstüne çıkılması gereken somut bir kaynak var ortada, yazmakla aşınmış sınırlar var, zorlanmalı. Bu bir hırs değil, motivasyonun kendisi. Başka türlü insan heyecan duymadan değil öykü, paragraf yazamaz. Diğer açılardansa herhangi bir beklentim olmadı. Sadece güven katkısı oldu, o da bir süre için. Her insan yaptığının karşılığını görmek ister, yazıyorsa okunmak, görülmek ister. Bunu inkâr etmiyorum. Ama bana kalırsa yazarlık hep sıfır noktasında olmayı gerektiriyor. Reddedilsem de, pohpohlansam da, beğenilsem de, beğenilmesem de, kitap sayım artsa da hep aynı noktadan başlamayı gerektiriyor. Hem üretim için geçerli hem de güven ve motivasyon için.

Telifini alabildin mi/alabilecek misin?

Evet, aldım.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Sen salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdin?

İlk kez Notos’un fotoğrafına yazdığım bir öyküm 2010 yılının Ekim-Kasım sayısında yayımlandı. Kitabımsa Nisan 2014’te.

Kitabın yayımlandıktan sonra yakın çevrenin ve ailenin yazmak/okumak uğraşına bakışları değişti mi? Yazıyla ilişkinde ciddi olduğuna ikna oldular mı? Kitap sana bir özgürlük alanı ya da dokunulmazlık zırhı kazandırdı mı?

Evet, kitabı görünce, çevrenizdeki herkes biraz daha ciddiye alıyor. Ama bu bir özgürlük alanı ya da dokunulmazlık zırhı getiriyor mu, hayır. Çünkü kimse yazının yazarın zamanının çoğunu almak istediğini bilmediği için, anlayamıyorlar. Asla da anlamayacaklar. Zamanını yönetmek, korumak, planlamak ancak kişinin kendisinin yapabileceği bir şey, kimseden beklememek gerek.

Peki, bundan sonra?

Çalışıyorum. Ortada çok öykü var, çok kitap var. Çoğu da iyi, sağlam. Yapılmışları tekrarlamamak gerek, her şeyden önce ben yazarken sıkılıyorum, yazamıyorum. O yüzden ikinci kitap yavaş ilerliyor, ama artık ufukta görünüyor. Bilgisayarda bütünü görmeye başladım.