18.Şubat.16 Perşembe
Orhan Veli, şöyle demişti:
Neler yapmadık şu vatan için!
Kimimiz öldük;
Kimimiz nutuk söyledik.
* * *
Enis Batur’un Cumhuriyet Kitap’taki yazısını okudunuz mu? Aziz Nesin’in onun aydın tanımına uyduğunu, kendi edebiyat kanalını oluşturabilmiş bir yazar olduğunu teslim ediyor ve fakat Aziz Nesin’in, edebiyatın ne ve nasıl olduğunu bilmediğinden dem vuruyor. Aziz Nesin’in edebiyat yazılarını okuduktan sonra böyle bir yargıya vardığını belirtip gerekçelendiriyor. Yazarlar etrafında oluşturulan gürültülü hayranlığa aldırmayıp böyle yazılar yazabilenler gün geçtikçe azalıyor. O yüzden kıymetini bilmeli böyle yazıların.
Öte yandan, bahsettiğim o “gürültülü hayranlığa aldırmamak” tavrı da hassas bir konu. Söz gelimi, şu sıralar herkes işi gücü bırakıp Barış Bıçakçı hakkında yazıyor. Çoğu “eleştiri” de metnin (Seyrek Yağmur) kendisine değil, yazar üstüne yoğunlaşıyor. Yazarın okurlarıyla ilişkisinden/ilişkisizliğinden ve “fotoğraf vermez kişiliği”nden etkilendikleri için metne bulanık bakan yazılar bunlar. Bir bakıma, ben BB etrafında oluşmuş o gürültülü hayran kalabalığından değilim mesajı vermek, en büyük dertleri. İnsan üzülüyor, bizim ülkemizde ne zaman var olacak ahlaklı ve metin odaklı bir eleştiri?
Önceki Dünlükler‘in birinde yazmıştım; aynı dertten Orhan Pamuk da muzdarip aslında. Orhan Pamuk, edebiyat(ı) bilen insanlarca eleştirilmeli, saldırgan köşeciler tarafından değil!
19.Şubat.16 Cuma
Bugünkü BirGün’de yayımlanan Özgür Gürbüz’ün yazısından:
“Anadolu’da ebemkuşağıyla (gökkuşağı) ilgili bir inanç var. İsmet Zeki Eyüboğlu, Anadolu’nun İnançları kitabında anlatır. Yüksek yaylalardan bakınca ebemkuşağının bir ucunun ırmak ya da denizde, diğer ucununsa dağın ötesinde olduğu düşünülür. Bu durumu görenler, “gök ırmaktan su çekiyor” der. Bu durum yağmurun habercisi kabul edilirmiş. Eyüboğlu, eski dinlerde ebemkuşağını görenlerin dua ettiğini de yazıyor.
Bugün Artvin Cerattepe ebemkuşağının gökteki ucudur. Diğer ucu, Artvin’de açılmak istenen madene karşı verilen direnişe omuz veren tüm kentlere; İstanbul’a, İzmir’e, Trabzon’a dek uzanır. Cerattepe’nin ağaçlarına göz kulak olan göğün aradığı su, Türkiye’nin dört bir yanından Artvine’e selam duran bin bir renkli direnişten toplanır. Türkülerle, sloganlarla ağaçların köklerine usulca bırakılır. Sosyal medyada paylaşılan mesajlar yaprakların bereketi, göğün renkleri, kuşların cıvıltısı için edilen dualardır. Anadolu’nun yozlaşmamış inancı doğa sevgisidir. Yakılan her direniş ateşinde ebemkuşağı görülür.”
20.Şubat.16 Cumærtesi
Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı. Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova buldular ve oraya yerleştiler. Birbirlerine, “Gelin tuğla yapıp iyice pişirelim” dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar. Sonra, “Kendimize bir kent kuralım” dediler, “Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.”
RAB insanların yaptığı kenti ve kuleyi görmek için aşağıya indi ve şöyle dedi: “Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar. Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki birbirlerini anlamasınlar.” Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.
Bu nedenle kente Babil (“Babil”, İbranicede “kargaşa” sözcüğünü çağrıştırır) adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırdı ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıttı. (Eski Ahit, Tekvin Bölümü, 11. Bap)
Çok güzel masal, iyi hoş da RAB kime sesleniyor “gelin” diye? Yardımcılarına mı? Fedailerine mi? Cidden merak içindeyim.
* * *
Ordular Yolu (Samanyolu)
Ne kan, ne ateş, ne devrim
Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma yalnızca
Anna Pardi
21.Şubat.16 Pazar
Bu aralar birçok yazar öldü. İnsan üzülüyor, keşke daha fazla yaşasalardı da daha fazla üretebilselerdi diye hayıflanıyor. Sevgi Soysal (Sevgi abla) da çok erken gidenlerden. Kısacık ömrüne neler sığdırmış neler. Gazete yazılarının derlendiği kitaba dalınca, bu fikrim daha da kuvvetlendi (Türkiye’nin Kalbi, Kabul Günleri, Derleyen: İpek Şahbenderoğlu, İletişim Yayınları).
Sevgi ablanın üç farklı gazetedeki yazıları derlenmiş. İlk kısım, Adana’daki sürgünü sırasında (1972) başladığı ve bir yıla yakın bir süre Yeni Ortam gazetesine yazdığı yazılar. Üçüncü bölüm, Politika gazetesine yazdığı yazılardan (1976) oluşuyor; daha önce Bakmak adlı kitabına alınmamış olan yazıları. İkinci bölümdeki yazıları ise üslup açısından daha enteresan. Yenigün gazetesine yazdığı (1973) bu yazılarda Sevgi abla, Hatice Hanım adlı karakterle diyalog kurarak anlatmış derdini. Hatice Hanım bir apartman sahibi, ev hanımı, politika işlerine pek aklı ermeyen bir kadın. Sevgi abla, Hatice Hanım’a gerçekleri anlatmak istiyor. İnsan düşünmeden edemiyor, Sevgi abla bugün yaşasaydı da Hatice Hanım’la konuşmaya devam etseydi nasıl anlatırdı bugün yaşadığımız zulümleri, göçleri, katliamları, yok artık dediğimiz saçmalıkları?
* * *
“Dostoyevski, kaybedenler hakkında yazdı. İlyada’nın ana karakteri Hektor, bir kaybedendir. Kazananlar hakkında konuşmak çok sıkıcı. Gerçek edebiyat her zaman kaybedenler hakkındadır. Madam Bovary bir kaybedendir. Julien Sorel bir kaybedendir. Ben de aynı şeyi yapıyorum. Kaybedenler çok daha büyüleyici. Kazananlar aptaldır çünkü çoğunlukla şans eseri kazanırlar.”
Umberto Eco
22.Şubat.16 Pazarertesi
Bir Film Bir(kaç) Cümle
Never Let Me Go (Beni Asla Bırakma): Kazuo Ishiguro’nun romanından uyarlanmış. Bilim-kurgu deniyor türü için ama siz de benim gibi bilim-kurgu sevmezgillerdenseniz eğer, korkmayın, son derece başarılı, sağlam çatılmış bir dramatik hikayesi var.
Günden Kalanlar: Yine Kazuo Ishiguro’dan uyarlama, aynı adlı romanından. Kötü değil ama ortalama bir film. Roman –büyük ihtimalle– katbekat daha iyidir diye sanmaktayım.
Gülün Adı: Bir ortaçağ polisiyesi. Sean Connery çok iyi. Umberto Eco film hakkında ne düşündü acaba izleyince?
Force Majeure: Teknik çevirilerde sıkça rastladığım bir kavram force majeure, mücbir sebep(ler) diye çevrilir. Hikaye şu: İsveçli bir çekirdek aile, kış tatiline çıkar. Fransa Alplerindeki tatilleri sırasında, lüks otellerinin terasında öğle yemeği yerlerken çığ tehlikesi atlatırlar. O panik anında baba (Tomas), karısını ve iki çocuğunu masada bırakıp topuklar, kendini kurtarır. Çekirdek ailenin diğer mensuplarına bir şey olmaz ama çekirdek bir kere çatlamıştır artık, sorgulamalar başlar; aile nedir, evlilik nedir, erkek nedir?
Sıkı Kontrol Edilen Trenler: Savaş ne kadar saçma, hayat ne kadar saçma, ölüm ne kadar saçma.
* * *
Sohrâb Sepehrî
* * *
Avare Çalı Sözlüğü’nden devamla:
Dolmuş Şöförü: Beyin kapasitesini maksimum düzeyde kullanabilen insan türü. Şu işlerden en az üçünü aynı anda yapabilir: aracı kullanmak, ön koltuktaki kankisiyle sohbet etmek, para üstü vermek, telefon mesajı göndermek, memleket meselelerine değinmek, dolmuşun radyosunun frekansını değiştirmek, para üstü uzattığı kızın bacaklarını kesmek, yoldaki trafik polisine selam vermek, parasını iletmeyenleri tespit edip aynadan o kişilere bakarak anons yapmak, trafikteki araç fazlalığından şikayet etmek, dolmuşçu arkadaşını arayıp başka dolmuşçular hakkında atıp tutmak, paraları sayıp tasnif etmek…
Salih Dursun: Hakeme gösterdiği kırmızı kart ile efsaneleşen futbolcu. Çünkü bu hareket, alelade bir öfke belirtisi olarak değil; aslen güzel bir oyun olan futbolun para tüccarlarının eline düştükçe yozlaşmasına, ahlaksızlaşmasına gösterilen bir isyan gibi okunacaktır artık!
Genç yazar: Edebiyat ortamındaki iktidar odaklarının, bazı kurnazca hesaplar nedeniyle sonsuz gençlik mucizesi bağışladıkları yazarlara genç yazar denir. Yaşları 1 ila 100 arasında değişir.
Nişanlılık: Sonu müebbetle sonlanacak mahpusluğun ilk durağı, büyük gözaltı.
* * *
Resimli Türkçe Edebiyat Takviminin bugünkü yaprağında rastladım, Ümit Kaftancıoğlu söylemiş:
“Yazar başı boş olmalı. Hiçbir kuşkusu, korkusu, işi gücü olmamalı. Şurada yazar, burada günün adamı olmak zor, çok zor. Koca, baba, memur, iş, geçim, sonra da yazar. Bunu bir türlü aklım almaz”
Onur Çalı