2.Mart.16 Çarşamba 

Aslan Leo! Aldı sonunda Oscar’ı ama almasa ne gam. İyi oyuncunun ayrıca parlatılmasına gerek yok. Böyle diyoruz ya, sanatın alınıp satıldığı bu dünyada yine de önemli ödüller. Maalesef.

cc5c6-leo

Meseleye aşina olmayanlar için kısaca açıklayayım efendim. Leonardo DiCaprio, malumunuz, yıllardır iyi filmlerde iyi oyunculuğuyla kendini zevkle izlettiren bir oyuncu kardeşimiz. Geçen yıl, senaryosu Raymond Carver’dan esinlenen Birdman ile en iyi yönetmen Oscar’ını alan (ama en çok Amores Perros’dan sevdiğimiz) Alejandro González Iñárritu’nun yeni filmi Revenant’taki rolüyle bu yıl da aday oldu. İşte tam burada, sosyal medya Leo’ya taktı. Leo’nun bir türlü Oscar alamayışıyla ilgili capsler, videolar, komiklikler şakalar… Ama işte şeytanın bacağı kırıldı ve Leo, sonunda, aldı en iyi oyuncu Oscar’ını. Konuşmasında, klasik thank you faslından sonra şöyle demiş: “Revenant bir adamın doğal yaşam ile mücadelesi hakkında bir film. Bu doğal yaşam, 2015 yılında en sıcak yılını yaşadı ve hepimiz hissettik. Film çekerken kar bulabilmek için gezegenin en güney kısmına gitmek zorunda kaldık. İklim değişikliği gerçek, şu anda yaşanıyor. Tüm türler için en büyük tehdit. Ertelemeden birlikte çalışmalıyız. Çevreyi kirleten büyük firmalar adına değil tüm insanlık, yerliler ve bu değişiklikten en çok etkilenecek milyarlarca insan için konuşan liderlere destek vermeliyiz. Çocuklarımızın çocukları için, sesi hırs politikası tarafından boğulmuş olanlar adına konuşanlara. Bu muhteşem ödül için hepinize teşekkür ediyorum. Bu gezegeni çantada keklik olarak görmeyelim. Ben bu geceyi de çantada keklik olarak görmüyorum.”

Bugün işyerinde yaş haddinden emekliliğine ramak kalmış bir abiyle gizli gizli sigara içiyorduk odanın birinde (malumunuz, faşizan bir yasak var sigarayla ilgili), ben hava ne kadan da güzel yea geyiğine girince, “İyi güzel de kış bahara kaldı yiğidim!” deyiverdi.

Kışımız bahara kalmasın dostlar!

Nota Bene: Tebrikler Leo. Boşver adamım takma kafanı, sen ödüllü de ödülsüz de iyi bir aktörsün. Sana bunca yıldır hak ettiğin ödülü vermeyen pek muhterem Akademi üyeleri düşünsün (her seçici kurul biraz zalımdır zaten Leo). Kışımız bahara kalmasın, baharda kışımız olmasın, yeter!

* * *

Birhan Keskin’in taze kitabı Fakir Kene’de, açılışta, Kargo diye bir şiir var. Okuyucuya yollanmış bir paket gibi. Bir selam gibi:

Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir
okursun. Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun. N’olcak ki,
bırak patronlar seni kovsun!

Diyor mesela. Ya da:

Şuraya bir cümle koydum. Bırak, azımızı birileri duysun. Hem
zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun!

Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. Ortada dursun. Olur ya biri
eline alır okşar, biri alnından öper. Az unutursun.

* * *

Gard dergisinin internet sitesi için Ayın Öyküsü diye bir köşe hazırladım birkaç ay. Her ay bir öykücü arkadaşımı kısaca tanıtıp kitabından bir öyküyü yayımlıyorduk. Sonra ben su koyverdim. Onlar da birkaç ay daha devam edip bitirdiler sanırım. İyi bir öykü okumak isteyenler için, dedim kendi kendime, bari Dünlükler’de link vereyim. Orada konuk ettiğim birkaç ismi, burada da anayım. Üçüncü konuğum Barış Acar imiş (Aralık 2014). İşte burada.

3.Mart.16 Perşembe 

Cumhuriyet Kitap’tan öğrendiğim şeyler var! İlkin, Celal Üster’in rahmetli Eco’dan aktardığı söz: “Yazar, yazacağını bitirir bitirmez ölmelidir; metnin yoluna çıkmasın diye.”

Birhan Keskin söyleşisini okurken bunu düşündüm sonra. İyi bir söyleşi, eğer doğru sorular ve samimi cevaplar olursa, iyi bir öykü ya da şiir tadı bırakabilir okuyanda. Ve fakat, tıpkı iyi şiir ve iyi öykü gibi ender rastlanan bir şeydir iyi söyleşi. Serap Çakır, sorduğu sorularla Birhan Keskin’i yazdığı metnin yoluna çıkarmaya çalışmış. “Bu şiirinizde şunu mu demek istediniz?” türünden sorular, kötü sorular. Çok fazla açıklama istemek kötü bir tavır. Neyse ki Birhan Keskin bu tuzağa pek fazla düşmemiş.

Selçuk Altun’un arada sırada (iki mi yoksa üç haftada bir mi?) yazdığı Kitap İçin ise yine derya deniz. Küresel Kültürazzi bölümünden öğrendiğimize göre Luther de bizzat cadı yakmış. Yani? Yanisi şu: Gelenekselleşmiş, kurumsallaşmış hiçbir (ama hiçbir ama hiçbir) dini öğreti, ne kadar devrimci/reformist olduğunu iddia etse de sapkınlıktan kurtulamıyor.

4.Mart.16 Cuma 

Şarkılarda Yolculuk 1

Ceyhan Prensi ile başlayalım. Adanalı bu kardeşimizin yaptığı müzik, sanıyorum, arabesk-rap olarak tanımlanabilir. Ceyhan Prensi varoş çocuğudur. Kederlidir, ölümüne kederlidir. Ot içer, kubara vurur, kova yapar. Sen Parfüm Ben Esrar Kokarım adlı şarkısında şöyle seslenir sevgilisi olacak hanımkıza:

sevme kızım beni
ben bir serseriyim
esrar ve duman kokarım
ben şarkı türkü bilmem
esrar sararım kova yaparım
sen bara diskoya gidersin
ben sokağa çıkarım
ellerini verme güzelim, cigara diye tutarım 

Sıradaki şarkımız İsmail YK’dan. Yurtseven Kardeşler ile yaptıkları o güzelim müzikten tanırsınız İsmail’i. Bu memleket Alamancılarından ve doktor sanatçılarından az çekmedi sevgili dostlarım, siz de bilirsiniz, ayrıca isim zikretmeye gerek yok. İsmail YK da neo-gurbetçi akımdandır. Bugün anacağımız şarkısı, güzelim ezgisi eşliğinde kırık bir aşk hikayesini anlattığı Şappur Şuppur. Şarkıyı dinleyince zaten müthiş öyküyü iliklerinize kadar hissedeceksiniz. Biz sadece, İsmail YK’nın ilişki denen bilinmeze ilişkin yaptığı efsanevi analizle yetineceğiz:

Beni beğeneni ben, ben beğenmem
Benim beğendiğim ise beni beğenmez
Yoksa ben zurna mıyım, he? 

Bu bölümün son konuğu yine bir Alamancı olan Orhan Baltacı, bilinen adıyla Doğuş. 90’ların sonlarına doğru ünlenen Doğuş’u, hiçbir yerden bilmeseniz bile, az ünlülerin efsanevi çırpınışı başlığı altında verilebilecek bir hareketinden çıkarabilirsiniz. Peki, söyleyeyim; genital bölgesine saksı koyup aynadan yansıtmalı selfie çekmişti birkaç sene önce. Neyse, şarkıya dönelim. Şarkının adı Tırlattım. Türk müzik tarihinde daha eski örneklerine aşina olduğumuz şekilde, şarkının bir kısmını Türkçe bir kısmını da İngilizce söyleyerek eski bir geleneği hortlatmıştı Doğuş, taa 1998’de. Biz yine, yüreciklerinizi yormamak adına, kısa bir kısmını, şarkının bilmecemsi bölümünü paylaşarak veda edelim:

Başımın çaresine bakar gibi gözüküp de
Aslında bir işi beceremeyen
Gözüküp de beceren biriyim!

5.Mart.16 Cumærtesi

DÖRT KISA ÇÖP 

Narkissos Sendromu 

Yavrucağımız ne idüğü belirsiz plastikten oyuncaklarla oynamasın, dedi anne babası, iyi niyetli. Aldılar bir bez bebek. Dedi ki bezden bebek yaratan sevimli: Çocuğunuzun bir resmini imeyıllayınbana, bezden bir ikiz yapayım ona. Çocuk şimdi elinde bebeği, hiçbir şey yapmıyor başka. Bakıyor da bakıyor bezden kendine, burun kıvırıyor kendinden başka her şeye.

The Passion of the Targumannum 

İngiltere’yi haftalarca, dur durak bilmeden gezebilirdim bir zamanlar ve… (Kapı çalar, tercümanın bir arkadaşı gelmiştir, çay içerler, sigara içerler, yine sigara içerler, çeviri yarım kalır çevirmen de)

Şans Topu 

Sabah trafiği, yoğun. Karşıdan karşıya geçerken bir araba vurdu uçurdu Orhun’u. Elinde, sımsıkı, bir kağıt buldular: şans topu. 5+1’i bulmuş meğer sonunda rahmetli.

Geveze 

Merkezi Helsinki’de bulunan İlahi Adalet Mahkemesi verdi kararını: Bundan sonra, konuşma ihtiyacın olduğunda, zinhar, susacaksın. Sana verdiğimiz ileri teknoloji fotoğraf makinesini kullanarak anlatacaksın derdini. 

Rahat etti sanığın iş arkadaşları, dostları, eşi. 

6.Mart.16 Pazar

Kendini çevirmen olarak tanımlamasa da özellikle Fransız şiirinden çevirileriyle bilinen büyük şair İlhan Berk, Kitap-lık dergisinde şair Azad Ziya Eren’le yaptığı söyleşide (Kitap-lık, sayı: 104) şöyle der: “Çeviri üstüne ne düşündüğüme gelince (daha önce de yazdım) çevirmenin bir dili olmamasını öneririm. Ya da kendine en yakın olanları çevirsin derim.”

7.Mart.16 Pazarertesi 

Mini Ego Ölçüm Testi: SizinEgo Dağınız Hangisi? 

Yunt (1076 metre): Bu yükseklikte bulunanlar, selfie çekmek ya da başkasına çektirmek suretiyle elde ettikleri kendi fotoğraflarını sürekli olarak sosyal medya hesaplarında paylaşırlar. Zırt pırt profil resimlerini değiştirirler. Kendilerinin güzel çıkmadığı toplu fotoğrafları zinhar paylaşmazlar. 

Küçük Ağrı (3896 metre): Kendi adlarına ve kendi kendilerine fan sayfası kurup kendileri hakkındaki haberleri, yazıları paylaşırlar. Yazar olanları, kitaplarının kahveli ya da kedili fotoğraflarına ba-yı-lır-lar!

Büyük Ağrı (5137 metre): Bu yüksekliktekiler kendilerinden isimleriyle bahsetme eğilimindedirler. Örnek: Bir Onur Çalı öyküsünde de vardı buna benzer bir şey. (Bu cümleyi benim söylediğimi düşünün, tam da böyle bir şey.) Yazar olanları söyleşiden söyleşiye, imza gününden imza gününe koşarlar; konuşmaya, etkinlik yapmaya, anlatmaya açıklamaya bayılırlar. Alçakgönüllü olma kisvesi altında egolarını okşa(y/t)ıp büyütürler. Yapmayacakları şey yoktur; edebiyat dergisi bile çıkarırlar bu uğurda.

Everest (8848 metre): Kıskançlık mı? Kıskanacak kimseyi bulamadım efendim! (Bknz: Zeki Müren kafası)

8.Mart.16 Salı 

Bir Film Bir(kaç) Cümle

İnsanlar ve Tavuklar: Adem’in Elmaları’nın yönetmeni Anders Thomas Jensen’in yeni tuhaflığı. Gerçekten garip bir kafası var abinin, tarifi zor. Kardeşlerin Kitab-ı Mukaddes’i okudukları sahne, gene de, favorim. Bir de, muhteşem kardeşler sözlerinin kesilmesi konusunda çok hassaslar. Biri sözlerini kestiğinde önce uyarıp bunun çok kaba bir davranış olduğunu söylüyorlar. Eğer devam ederse karşıdaki, kafasına sert bir cisimle vurmak suretiyle cezalandırıyorlar. Helal olsun onlara! Beni de şu hayatta en çok yoran şeylerden biri, herkesin birbirinin sözünü kestiği, hep bir ağızdan konuşup kimsenin kimseyi dinlemediği “sohbet”lerdir azizim.

198cf-cinayet-gunlugu-102b252812529

Cinayet Günlüğü: Bir BB kitabında, sanırım Seyrek Yağmur’da geçiyordu adı. Bir Güney Kore filmi. Edebiyatçılar özellikle izlemeli. Bir anlatı nasıl politik olmadan dibine kadar politik olur, nasıl polisiye olmadan polisiye olur? Mükemmel film. (En sevdiğim sahneyi aşağıya aldım)

Kara Bela: Burak Aksak, Leyla ile Mecnun’dan sonra bana keseden yiyen haramzade gibi görünüyor. Üstelik yediği kese de kendi kesesi, kendi helal kesesi. Bilmem anlatabiliyor muyum?

* * *

Avare Çalı Sözlüğü’nden devamla:

Klavye: Yeni zamanlar kalemi.

İnternet siteleri, bloglar: Yeni zamanların parşömen ruloları, papirüsleri.

Alçakgönüllü Olmak: Neo-egoizm.

Pazar: Papazların fazla mesai yaptıkları gün.

8 Mart: Gül (bekarlar için) ve mutfak robotu (evliler için) satışlarının patlama yaptığı gün.

Cumartesi: Yehova’nın ve 657’lilerin izin günü.

* * *

Ve fakat evlilikten başka yaşam formu bilmeyenlere kötü bir haberim var: Gül ticareti için mükemmel bir gün olmaktan fazlasıdır 8 Mart. Bandista’dan gelsin o vakit: Olur/Olmaz

Onur Çalı