09.Mayıs.16 Pazarertesi

Metin Eloğlu cins şair, enteresan adam. Can Yücel’in demesiyle:

Ah bu etyemez, ah bu hayatobur
Ah bu kılçıklarına bi bakışta balıkların
Balıkların silsilesini sayıp döküp,
Dümende bir gemi aslanı gibi oturup Balıkçı Baki’ylen,
Ve Sait’ten sonra en cins Marmara öykülerini yazıp
Ayağını ömrü-billâh denize sokmamış reyiz!..

Öykülerini yeni başladım okumaya. Bakalım, göreceğiz haklı mı Can Baba.

Fakat biz şimdi bakalım dost evlerinde yaptığı keratalığa: “Mehmet H. Doğan’ın anlattığına göre, ziyarete gittiği evlerde sehpanın üzerinde bir vazoda yapma çiçeğe rastlamasın, bulduğu ilk fırsatta pencereden atmadan rahat edemezmiş. Çünkü onun için çiçek saksıda ve doğaldır.” (Burcu Aktaş, Radikal Kitap, 11.09.2009)

Bir de, Kalıncacık adlı şiirinde şöyle demiştir:

Bir ana göğümsü gözünü pazara çıkarıyo ta Banaz’dan
Zile’de köpek doğuruyo bi taze
Fatma’nın oğlanını yiyo kediler
Bi rakıdır bastırıyo öğleden sonraları

Ve Mircan Kaya ablamız ne güzel söylemiştir bu bastıran rakıyı. Buradan buyrunuz.

b1f62-ads25c425b1z2

Bir Film Bir(kaç) Cümle

Kötü Kedi Şerafettin: Müptelası değilim Şero’nun ama okumuşluğum var elbet. Film çok cinsiyetçi olmuş tabi, şaka la şaka, çok güzel film olmuş. Seslendirmeler de on numero!

Yağmurdan Önce: İzlediğim en iyi savaş karşıtı filmlerden. Eski güzel Yugoslavya’nın çatırdamaya başladığı zamanlarda geçen üç ayrı gibi görünen hikaye. Zaman asla ölmez, çember yuvarlak değildir.

* * *

İsmail Şen’in hazırladığı Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Karikatürlerde Kadın diye bir kitap var. Oradan bir tanesi.

e354e-moda

10.Mayıs.16 Salı

Hulki Aktunç ve Salâh Bey’e, minnetle. 

ÇARLİSTON

Uzun süredir sesi çıkmıyordu, neredeyse bir yıldır pavyona gittiğini duymamıştım, artık endişeleniyordum. Ozan’ı aradım. Başladı yazın bir türlü gelmeyişinden şikayete. Adam sanki güneş enerjisiyle çalışıyor, neredeyse on beş yıl oldu, hala alışamadı şu Anakara’nın havasına suyuna. Pavyona gidek, dedim. Kem küm etti. Anladım, duymuştum hikayeyi. Hesaplar benden, dedim. Ekledim: Zaten ben sizin hesabı ödemeden kaçtığınız yeri biliyorum, oraya gitmeyiz, merak etme! İş yerinden arkadaşlar gidecekti, onlara takılırız diye düşündüm.

Pavyona girdik, selamlaştık, oturduk. Etrafta konslar apikurya maskaraları gibi dolanıyordu. Arkadaşlar, “Ooo, çiçeklendirdiniz masamızı” dediler önce. Gülümsedik. Ve fakat bir süre sonra Ozan’ın tipine (fular, yuvarlak gözlük, kasket, baston şemsiye) bakıp bakıp duran Cemo kulağıma eğilip “Kim lan bu çarliston?” diye fısıldadı. Ozan da duyunca ortalık elli altı oldu tabii. Ama sonra toparladık. Ozan’ı sevdiler, haliyle. Cemo gönlünü aldı Ozan’ın. “Kusura bakma birader,” dedi, “biz çok tepizlendik de zamanında… Ondan bu hırçın hallerimiz.” Kadehler tokuşturuldu. Ben komiser dublesi aldım, diğerleri tren takıldılar. Ozan her zamanki gibi: domuz sıkısı.

11.Mayıs.16 Çarşamba

Sait Faik’in bir öyküsü var; adı Ermeni Balıkçı ile Topal Martı. 1950 yılında Varlık Yayınları tarafından basılan Mahalle Kahvesi adlı kitabında yer alıyor. Fakat aynı öykü (farklı bir versiyonu) Alemdağ’da Var Bir Yılan’da (1954) da yer alıyor; farklı bir isimle: İki Kişiye Bir Hikâye. YKY baskısındaki nota bakılırsa öykü, “Denize, Martıya, Bir Tahtası Eksik İki Kişiye Bir Hikâye” adıyla 4 Ekim 1952 tarihinde Yeni İnci dergisinde yayımlanmış. Demek ki aynı öykü üç defa yayımlanmış; üçü de farklı isimlerle. Önce Mahalle Kahvesi’nde (belki kitaplaşmadan önce bir dergide de yayımlanmış olabilir), sonra Yeni İnci dergisinde, en son da Alemdağ’da Var Bir Yılan’da. Yeni İnci’deki halini bilmiyorum fakat iki kitaptaki iki öykü arasındaki en bariz fark şu; Ermeni Balıkçı ile Topal Martı’da, adı üzerinde, balıkçı karakter Ermeni ve adı Varbet. Öykünün Alemdağ’daki son biçiminde ise balıkçı Rum ve adı Barba Yakamoz. Enteresan, değil mi?

18a9f-img_7627

Yukarıdaki fotoğraf, Helsinki metrosunda çekildi, yıl 2007 idi. Bizim Ankara metrosunda da belediyenin icraatlarını anlatan monitörler, led-lcd ekranlar filan var. Bu Evropa hakikaten işi bilmiyor aga. Bu ne gericilik, Altamira mağarası gibi. Geyik mi yapmışlar acaba?

12.Mayıs.16 Perşembe

Enis Batur ne de acı söylemiş. İnsan bu kadar az kitap okuyacağını düşününce çok üzülüyor ve seçmek daha da zorlaşıyor. Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi 2016’dan:

“İyi bir okur haftada bir kitap okur bu, yılda elli kitap eder. Ortalama olarak okuma süresinin elli yıl olduğunu dikkate alırsa iki bin beş yüz kadar kitap okuyabiliriz. Bu durumda da bizi sarıp sarmalayacak, etkileyecek, besleyecek kitaplar okumanın faydalı olduğuna inanıyorum. Öfke duyduğumuz, asit salgıladığımız kitapların okunmasının vakit kaybı olduğu düşüncesindeyim.”

* * *

Avare Çalı Sözlüğü’nden devamla:

Edebiyat ödülleri: Dostlar alışverişte görsün. Seçici kurulların, dostlarını taltif etmek için kullandıkları bir araçtır.

Sigara: İçmesen ölürdün içtin gene öldün.

Siga: Kip. Kipa değil, KİB değil.

Siga siga: Grekçede “yavaş yavaş” anlamına gelirmiş. Siga siga çek kürekleri mehtap uyanmasın.

Saga: Bir İskandinav güzelliği olan BROEN/BRON (Köprü) dizisinin enteresan karakteri. Aynı zamanda, İskandav edebiyatında tarihi öyküleri anlatma biçimine verilen admış. Bir de, İzlandaca da “söylenen, söylenmiş şey” anlamına gelirmiş.

Sigaya çekmek: Derviş Yunus bu sözü,/eğri büğrü söyleme/Seni sigaya çeken/bir Molla kasım gelir.

Kaplumbağa: Allahsız tosbağa. Kabuk evli. Kaplu kaplu bağa. Tospik.

Nostradamus: Müptezel.

Belediye yazarları: Ekseriyetle Ege bölgesinde ve şairler arasında görülen bir statüdür. Yaz kış güneş gözlüğü ve fularla dolaşırlar. Muhakkak solcudurlar, hanım hayranları pek çoktur. Her türlü etkinlik ve anma bunlardan sorulur. Şiir? Şiir yok, anma var, etkinlik var. Yerseniz. Dizenizi nasıl alırsınız ham’fendi? Sade, karışık?

* * *

Enrique Vila-Matas, Bartleby ve Şürekâsı’nda Sokrates, Kafka, Rimbaud, Walser gibi Bartleby soyundan gelen bilindik isimlerin yanı sıra benim daha önce hiç duymadığım “yazarların” (yazmaz yazarların, yazmaktan vazgeçen yazarların, yazmamayı tercih eden yazarların, bir yazıp üç susan yazarların) aklıma bin yıl düşünsem gelmeyecek nedenlerle yazmayı bırakmalarını, tuhaf davranışlarını yarı kurgu-yarı derleme denebilecek bir üslupla anlatmış.

Vila-Matas, “başarısızlık”tan dolayı birer Ret yazarına/şirine dönüşmüş isimlerle ilgilenmemiş; daha doğrusu başarısızlığı, Ret yazarlığı için orijinal bir neden olarak görmüyor (Melville hariç). Yine de, eşi öldükten sonra Nobel ödülünü alan ve kalan ömrünü eşi öldüğü için artık hiçbir anlam ve değeri olmayan ve bu ödülü ayaklarının altında çiğnemek için yaşayan Juan Ramon Jimenez’in şu sözünü Ret tarihinin unutulmaz cümlesi olarak anıyor: “Benim en iyi yapıtım, yapıtlarımdan pişmanlık duymak olmuştur.”

Enrique Vila-Matas Tanrı’yı da “kusursuz bir Ret yazarı” olarak tanımlıyor. Haksız da sayılmaz. Üç çok satan kitabı var ama sonra? Susmuş, yazmaktan vazgeçmiş bir yazar-tanrıyla karşı karşıya değil miyiz?

13.Mayıs.16 Cuma

sonlar en sonlar!

İki aylık şiir dergisi Gard’ın yeni sayısı geldi. 19. sayı. Bununla birlikte dergi dört yaşına girmiş oluyor. Dergi işi emek işi. Gard’ın boyutu, tasarımı tam şiire göre. İyi şiirler ve çeviri şiirler de var. E, daha ne olsun!

İlker Şaguj’un hazırladığı Metin Eloğlu Sözlüğü. 160. Kilometre yayınlarından. Keşke daha fazla olsa böyle çalışmalar. Mesela, bir cengaver de çıkıp Salâh Bey Sözlüğü hazırlasa keşke.

Çok sevdiğim bilader-abimlerden biri, Zafer Muhlis Uslu’nun albümü: Bu Seferlik Affedin. Hırs, kariyer, satış matış gibi kaygılardan uzak da yapılabilir sanat. Hatta olması gereken o değil mi? Muhlis abim de öyle yapmış, iyi ki de yapmış.

aaf0c-affedin

Richard Brautigan’ı, nam-ı diğer Richi’yi, severim. Birkaç öyküsünü, şiirini çevirmişliğim var. O yüzden hemen aldım Çimlerin İntikamı’nı. Kendi çevirdiklerimle karşılaştırdım. Scarletti Tilt öyküsünü nasıl çevirmiş diye (özellikle başlığını) hemen baktım. Şu çeviri imansız şey; doğrusuna güzeline ulaşması zor, yanlış/hata yapmamak –neredeyse– kaçınılmaz. Ve hissettirdiği tek duygu: Pişmanlık ve yetersizlik. Ama Richi’nin öyküleri on numero, okuyunuz.

Sevan Nişanyan, 100 Güzel Kelime kitabında kelimelerin kökenlerine doğru bir yolculuk yapıyor. Kendisinin sözlüğü de var biliyorsunuz, bu konularda ehil bir isim. Kokoreç’in Arnavutça bir sözcük olduğunu öğrendim mesela, gönendim.

* * *

musica

Mercan Kaya’yı tanımıyor olmam da benim cahilliklerimden yalnızca bir tanesi. Metin Eloğlu, rakı derken Mircan Kaya’yı bulmam da serendipity işte! Onun ninniler albümünden bir ninniye buyrunuz. İyi uykular.

Onur Çalı