7e363-15645309_1541888072495209_136914554_n
Furkan Çolak

Pelinle kokulanmış bir sabaha karşı sırılsıklam uyandı. Göğsünü elleriyle eze eze kıvrandı. Gündüzler giderek uzuyor ve ısınıyor, geceler günden güne kısalıp soğuyordu. Her gün aşağı yukarı aynı vakitte, belki gittikçe daha erken uyanıyordu, sırılsıklam. Kalkıp camdan aşağı sarktı, iyice ezdi göğsünü elleriyle, göğsünde domuran sıkıntıyı ufalayıp dağıtmak için. Ayın önünde ince, cılız bir bulut kanfaş bir it gibi sürükleniyor. Balgamlı sabaha karşıları, havadaki şurubumsu o koku bir şeyi, bir günü muştularken, zaten neredeyse bir senedir o haberi göğsünde taşıyor ama buna nasıl dayandığından emin değil. Karnı pervaza dayalı, pencereden iyice sarkıtıp kendini aşağı, tetik düşürür gibi kesik kesik ve giderek daha hızlı, soluklandı.

Odanın lacivert duvarları, kalabalık eşyaları odanın, yatak perdeler, ne kadar çok soluk alırsa alsın pencerelerde, ağlayıp kurtulmasına engel olacak. Arkasını döndü, yürüdü kapıya zar zor, açıp çıktı hala hızlı hızlı soluyarak. Burnu sızlayarak durup çiğnedi yolluğu koridorun karanlığında.[1]Nereye gideceğini bilemiyor. Sol gözünde öbek öbek yaşlar birikip titreyerek kaldılar öylece. Koridorun karanlığı pamuk bez gibi emen duvarlarına tutunup bir sağa bir sola — Balkon, dedi birden çıkan kendi sesine şaşırarak, Sabaha karşı.

Feci bir karanlığı sürdürüp gitmeye hevesli evde sehpalara, sandalyelere, koltukların kolçaklarına çarpa çarpa yürüdü hiç can acısı duymayarak ve durmadan. Onu daima takip edip içine girmenin bir yolunu bulan haber, o ayıpçı ve eksikli günün hatırası ince boynuyla karnının arasında aşağı yukarı yürüyor yavaşça. Balkon kapısına dayalı — fırlayıp çıksın diye elleriyle karnına bastırmış öksürerek.[2] Perdeye tutunup düşmekten kurtuldu perde asılı olduğu yerden parça parça koparken. Kapıyı açıp şurup kokusuna büyük bir girinti yapan balkona çıktı düşünerek Ezanı duyunca ağlarım, açılırım biraz.

Balkonda bir yumak halinde duman salınıyor yavaşça ve korktu ve sonra iyice korktu annesini görünce. Balgamlı gün o odasından çıkıp olduğu yere varana kadar bir parça daha aydınlık. Büyükçe, camlı bir bambu masa ve etrafında bambu koltuklar — birini çekip oturdu. Pembe bir sabahlığın içinde, yüzünde ödemin ve gözlerinde kanın altında mermerleşip yerleşmiş endişeyle annesi ona bakıyor. Ve sonra o da annesine — çıplak ayaklarını korkuluktan çekip masanın üstüne kapandı.

Ne var kızım, allah aşkına ne bu? Aylardır ne doğru dürüst uyuduğun var ne tek kelime konuştuğun. Yeter. Ya ne derdin varsa anlat ya da böyle yapma kızım, perişan ettin beni, yeter.

Yaa, demek perişan oldun. İyi, anlatayım. Ne fark eder ki bu saatten sonra.

Masanın üstündeki beyaz paketten bir sigara çıkarıp yaktı, asıldı filtreyi dudaklarıyla iyice sıkıştırarak ve duyarak dumanın içinde hala gece bekçisi gibi bir aşağı bir yukarı yürüyen habis iblisin üzerine kapandığını. Annesi hala onu izliyor endişesi meraka ve beklentiye doğru kabuk atarken — umursamadı, bunun yerine silahlığını keşfettiği dumanın gücünü sınıyor harareti arttıkça. İşe yaramayacak — ezan, tetikleyerek ve uyararak görünmez ruhsal daireler halinde körfez boyunca ve sonra daha da içerilere, ateşleyip patlatarak ve fırlattığı anda hızla çevirerek | Elleriyle kirli suratında yaş var mı yoklayıp birbirine karışıp dolanmış saçlarını sırtından aşağı bıraktı. Sigarayı tablaya bastırdı.

Anlatıyım, dedi, zamanı geliyor nasıl olsa. Sen de bil de rahatla madem. Ben ne kadar gelmesin diye uğraşsam, itip kaksam da o gün gelecek. Ne düşünürsün bilmem, şu saatten sonra da hiç fark etmez, sordun anlatıyorum. Telefonum kısacık çalmıştı gece yarısı. Hemen koşup indim merdivenlerden. Sözleştiğimiz yere koşaradım gittim. Ama koştuğumu belli etmemeye çalışıyorum. Sonra birbirimize bi yakın bi uzak yürüdük şu karşı kıyıdaki koruya doğru. Bu uzaklıklar silinse dedim. Bu çocukluk bitse dedim. Bu sıradanlık, yetmez mi. Ben de varayım istedim o sona anladın mı, yetişkinlik mi adı her neyse. Koruya vardık. Yolun dibinden kıyaya indik. İçimde bir tedirginlik — nasıl biliyo musun, büyüdükçe büyüyo, büyük bi lokma gibi hareket edip duruyo karnımla gırtlağımın arasında. Sandaletlerimi çıkarıp oturdum, ayaklarımı bileklere kadar suya soktum hemen. Beton hala sıcacık. O da bacaklarını suya sarkıtıp oturdu yanıma. Siyah naylon poşetten kıpkırmızı bi şişe şarap çıkardı. Bi kancayla kanırtıp mantarını söktü. Sıcaktı. Dilimi pütürlendiriyordu. Ayaklarım sıcak suda buruşana kadar kaldı. Elini belime dolamadı. Sigara üstüne sigara. Öksürükler. Saatler geçti öyle. Bağdaş kuruyodum bazen, bazen ayaklarımı sallıyodum. Elime dayanıp üstümdekinin askıları omzumdan düşsün diye uğraşıyodum. Düşüyodu. Sonunda ben doladım elimi beline. İncecikti. Dokunduğum yerleri kaskatı oluyodu. İyice yanaştım. Çaresi yok bütün suçu ben üstüme alıcam dedim içimden. Cesarete geldi. Omuzlarımdan tutup dudaklarıma dayadı ağzını. Biraz öyle, dudakları dudaklarımın üstünde kaldı. Üst dudağını dudaklarımla sıkıştırdım. Elini üstümdekinin içine sokup sırtımda dolaştırdı. Ne yapsa bilemiyordu hala ama sorunun cevabı açıktı apaçıktı elini çekti bacaklarıma dokundu sırtüstü uzandım kendime çektim onu kalbim gümbür gümbür çocukluk bitiyor dedim çocukluklar bitecek üstüme kapandı boynumu öptü gırtlağımı ısladı diliyle bacaklarımla teşvik ettim belime abansın diye daldı bacaklarımın arasına kıvrandı pantolonun üstünden üç beş dakika tek eliyle sıyırıp attı kenara üstündekini birkaç dakika debelendi yine. Omuzlarımı sıktı. Titredi. Kalktı üstümden. Ne olduğunu anlamadım. Şarabı içti su gibi. Yine sigara sigara sigara. Sırtüstü uzandı yere. Soyundum yeniden başlasın diye. Korka korka dokundu sadece. Anladım öyle kalacaktı. Denize girdik. Birbirimizi ısladık falan, gülüştük. Çıkıp sigara içtik. Sırtıma küçük taşlar yapışmıştı, onları temizledi. Korka çekine öptü beni. Vedalaştı. Ben daha ne olduğunu anlamadan giyinip gitti. İçime çok güzel, çok garip bi tedirginlik doldu, nasıl biliyo musun, büyüdükçe büyüyo, büyük bi lokma gibi hareket edip duruyo karnımla gırtlağımın arasında. Bi pislik çıkacak diyorum, o hoşluğu darmadağın edecek. Bi kötülük ne biliyim, hissedersin ya. Dert. Şarabı içtim sessiz sessiz ağladım. Neden sonra sabah ezanı başladı. Önemsemedim. Herhalde böyle oluyor dedim. Çocukluk bitmeye her yaklaştığında artıyor o şey. Eve döndüm. Sessizce girdim üstümle başımla yattım ama uyuyamadım. İlerde limanın orda biriyle kavga etmiş. Niye, kimse bilmiyor. Bıçakla. Bi karnına bi de kasığına. Ben o haberi alana kadar olur sanıyodum. Bugün olmazsa yarın. Hala, öyle oluyo herhalde diyodum. Hep tedirgin oluyosun. Belki de öyleydi. Artık bunu öğrenmemin bi yolu yok. Tedirginlik gitti, mutluluk dert gitti. Göğsümde yumru işte, bi merak. Her sabah uyandıracak beni. Böyle kaldım. Anladın mı?

Tablaya baktı. Sigarayı öldürmüştü ya, çürümüş, izmaritler, küller. Yeni bi tane yaktı. Pelinli şurup kokusu gitmiş, güneş ve çam kokusu var. Belli belirsiz bir hırıltı. Annesine bakamıyor. Uzaklarda başka birileri aynı onun yaptığı gibi, hatıralarını ateşe veriyor her saat. Küllerini vazolarda topluyorlar. Sonra arada bir girdikleri bir odanın abanoz raflarına sıralıyorlar vazoları. Sonra ölüyorlar.

EĞİL![3]

Furkan Çolak

[1] Şöyle denebilirdi burda: O zaman eğil. Çünkü geceleyin karanlıkta • bir suyun çağladığını duyuyor. • Bir kaybın esrarına doyuyor • temiz çarşaflarda. • Kamburunda ıhhh çirkin bir bebek. Rahminde • daha fenası. • Yutağında daha da. Sıkıntı! Göbek adın mı senin? • Bakmayı sevdiğin bir duvar yok mu? • Kovalamaca oynadığın yankılar? • Uğruna dirseğini yalamayı göze aldığın telaşlar •

[2] Ve aynı şiddetle şöyle sürdürülebilirdi bu: • uyuşan ellerin • burnunda heyecanla kıpırdayan kanatlar, sıkıntı! • çıngıraklı erkeğin • bileklerini tutmaz mı, • yakalayıp dalağından seni • sıkmaz mı heveslere ağdığın yerlerini, sıkıntı! • Yapıcını yadsı • bir başka yapıcının imkanını yoksay • şanslarını uğurla kov ihtimalleri • görüşsüz karanlıklarda • sesini uydurduğun suların • emniyetinde saklanıp. • Eğildiğin yerde bir çıplaklık olsun • soyunduğun yerde bir açıklık yap • açıldığın yerde koyu bir ıslaklık – • keder gelip seni alana kadar, sıkıntı! • Bütün yetimlerinin babası. Uy ona. • Davranma. • Kıyama daha • var.

[3] Böyle buyurabilirdik: Eğil! Arklardan kay, yollardan geç, zamana karış-ma! Kıyama daha var. Ama bu bir rivayet, bir hatıra. Onun hatırası.