f6a2b-ian_mcewan1
Ian McEwan

Çocuk Yasası Ian McEwan’ın on üçüncü romanı. Yazar The Guardian’da yayımlanan yazısında[1], roman fikri henüz ortada yokken bir grup yargıçla katıldığı bir akşam yemeğindeki sohbeti anlatıyor. Yemekten sonra, ev sahibi konumundaki temyiz mahkemesi yargıcı Sir Alan Ward (romanda da gerçek kimliğiyle geçiyor), Londra Aile Mahkemesi’nde görülmüş davalarda kendi karar metinlerini kapsayan bir dosyayı Ian McEwan’a da gösterir.

“Beni etkileyen öncelikle metnin kendisi oldu. Temiz, açık, lezzetli. Kuşkusuz ciddi, yer yer, muhtemelen koruduğu tanrısal mesafeden türeyen, merhametli ama zekâsının içinde adeta pusuya yatmış olan mizahı ya da yaratıcı kavrayışı, bana her şeyi bilen bir romancıyı düşündürdü. Bizim mesleğimizle olan paralellikleri not etmeye devam ettim, çünkü bu hükümler kısa hikâyeler ya da novellalar gibiydi.”

Aile mahkemelerindeki vakalar, ceza mahkemelerindeki gibi, “sanık gerçekten bir cani midir yoksa savcılık soruşturmasının bir kurbanı mıdır” gibi siyah-beyaz netlikte cevabı olan olaylar değildi. Aile mahkemesinde gündelik hayatın ciddi çatışmaları yargı önüne geliyordu: aşk ve evlilik, sonra her ikisinin de bitmesi, elde ne varsa hoyratça dağıtılması, çocukların kaderinin acı kavgalara konu olması, ebeveynlerin acımasızlığı ve vurdumduymazlığı, ölüm döşeğinde ortaya çıkan sorunlar, tıp kurumu ve hastalıklar, evlilik kurumunu çöküşe götüren dinsel ya da ahlaki uyuşmazlıklar…”

Ian McEwan, Yargıç Ward’ın dosyasında gizlenen romanı o akşam görür.

Roman hayatı mı yansıtır yoksa hayatı roman gibi mi yaşarız sorusunu, insanlığın kafasına Cervantes Don Kişot’la takmıştı. Ian McEwan da dava dosyalarından, insanlık hallerinden derlediği hayatın bilgisini romanda yoğurup romandan hayata açılan yollar çiziyor, modern toplumda hukuk ve bireyin açmazlarından çıkış yolları üzerine düşündürüyor.

Bir romanı değerli kılan önemli bir etken, hayatı anlamlandırmaya kattığı “bilgi”dir. Kundera bu konuda çok iddialı konuşmuştu: “Bir romanın tek var olma nedeni, ancak bir romanın keşfedebileceği şeyi keşfetmektir. Hayatın o zamana kadar bilinmeyen küçük bir kesitini keşfetmeyen roman ahlaka aykırıdır. Bilgi romanın tek ahlakıdır.”[2] Çocuk Yasası’nda McEwan araştırma ve somut bilgi üzerine yazınsal bir dünya kuruyor. Roman, hayal gücü ile nesnel bilginin etkileyici bir bileşimi. O nedenle romanın verdiği bilgi bir yanıyla nesnel dünyanın bilgisi. Ama Çocuk Yasasıbunun ötesinde hayal gücünün nesnel gerçeğe üstün gelmesinin bir hikâyesi olarak okunabiliyor. Hastane odasında, inançları gereği kan naklini reddeden Yehova Şahidi bir ailenin ölümün eşiğindeki 17 yaşındaki lösemili çocuğu keman çalar, yargıç Yeats’ın “Down by the Salley Gardens” şiirini hüzünlü bir İrlanda ezgisi ile seslendirir: “Ama ben gençtim, aptaldım, ağlarım şimdi.” Hikâyenin bu zirve noktasında, McEwan, hukukun kendi başına aşamayacağı bir insani tıkanmayı, şiirin ve müziğin saf, kirlenmemiş dilinin başarabileceğini duyumsatır. Ancak bir romanın verebileceği bilgidir bu.

Romanın başında Aile Mahkemesi yüksek divan yargıcı Fiona’yı evinin salonunda görürüz. Mekân betimlemelerindeki ayrıntılar bir tiyatro sahnesinin kuruluşu gibi inceden inceye düşünülmüştür; içine girdiğimiz sosyal kültürel ortamı ve patlayacak krizi haber verir:

“Yüksek Divan Hâkimi Fiona Maye, Pazar akşamı evinde bir josefin koltuğa çoraplarıyla uzanmış, odanın karşı tarafına gözlerini dikmiş; şöminenin yanında gömme kütüphanenin bir bölümüne ve yanda, uzun bir pencerenin bitişiğindeki, otuz yıl önce elli sterline aldığı minik Renoir yıkanan kadın taşbaskısına bakıyor. Taşbaskı muhtemelen sahte. Onun altında, yuvarlak bir ceviz masanın ortasında mavi bir vazo… Koltuğun yanında, yerde, uzanabileceği mesafede (ertesi gün mahkemeye sunacağı) bir karar metninin taslağı. Fiona yattığı yerde, keşke bütün bunlar denizin dibini boylasa diye düşünüyordu. Elinde ikinci sulu viski kadehi vardı.”

Takip eden sayfalarda Fiona’nın az önce antikçağ tarihçisi kocası ile 30 yıllık evliliklerini krize sokan bir tartışma yaşadığını öğreniriz: Kocası, Fiona’nın bilgisi dâhilinde, ölmeden önce başka bir ilişki yaşamak istediğini açıklamıştır. Kocasının bu “dürüst sadakatsizliği” Fiona’yı altüst eder, şiddetli tepki gösterir. Öte yandan Fiona, Aile Mahkemesi’nde süregiden davaların zor kararlarının da baskısı altındadır. Roman bir yargıcın yerine getirmesi gereken kamusal işlevi ile özel hayatındaki duygusal dalgalanmaları iç içe, üçüncü şahıs diliyle ama Fiona’nın baktığı yerden anlatarak ilerler.

Çocuk Yasası, İngiltere’de 1989 yılında yürürlüğe giren bir yasanın (the Children Act), uygulamalarında yaşanan (hukuki, ahlaki, dinsel) tartışmaları, açmazları; yaşam hakkı, dinsel inançlar, seküler yasalar, özel yaşamın dokunulmazlığı, bireyin refahı, insan hakları gibi birbiriyle kaçınılmaz olarak kesişen, bazen de çelişen düzlemlerde ele alıyor. Bir yanda verili yasalar, öte yanda bunu ister istemez kendi düşünsel, inançsal oluşumunun penceresinden değerlendirecek yargıçlar ama bir de varılan hükümlerle geleceği ölümle yaşam arasında yön değiştirecek olan sıradan insanlar…

Verili hukuk düzenlemeleri, hayatın her ayrıntısını öngörmüş olamaz. Kılı kırk yaran bir yargıç, yapışık doğan ve tıbben birlikte yaşama ihtimali olmayan ikizlerden birinin yaşayabilmesi için diğerinin öleceğinin belli olduğu bir operasyon için karar vermek zorunda kalırsa… Genel kamuoyunu, hasta tarafının dinsel inanışlarını, hastanın yaşını, sonraki yaşamını ve tabii yasaları göz önüne alan bir karar yargıcın vicdanını, sonra da özel hayatını nasıl etkiler? Yargıcın sorumluluğu, mahkeme duvarlarıyla mı sınırlıdır? İnsanların kaderine nerdeyse tanrısal bir konumdan bakarak karar vermek durumunda olan bir yargıcın böyle bir karardan sonra normal yaşamına devam edebilmesi ne kadar mümkündür?

Hukukun kurumsal yapısı içinden bakıldığında en hakkaniyetli ve merhametli kararları vermiş olmasına rağmen, Fiona bu kararların ağır vicdani yükü altında kendini suçlar: İlk gençlikteki birkaç gözükara macera dışında hayatında hiçbir riske atılmamış bir yargıç olarak, birine dinine karşı yasal bir koruma sağlarken ona dinin yerine koyabileceği bir şey sunmamış, onu korumamıştır. “Oysa hasta bir çocuğun istediği şey herkesin istediği, doğaötesinin değil serbest fikirli insanların verebileceği şeydi. Anlam.”

Murat Gümrükçüoğlu

[1] Ian McEwan, The law versus religious belief, 5 Eylül 2014.

[2] Milan Kundera, Cervantes’in Hor Görülen Mirası, “Roman Sanatı” içinde, Çev.: Aysel Bora, Can Yayınları, 3.Baskı, s. 18.