30.Haziran.17

Neredeyse bir aydır tatildeydim. Ve fakat döndüm, Ankara’dayım yine, iyi kalpli üvey anamızın bağrında. Tatilde okuyup yazmayı ne kadar azaltmış olsam da boş duramadım, beceremedim. Telefona, defterime notlar aldım, düşündüm, okudum, sinirlendim (mesela herkesin sinek gibi bazı kitaplara üşüşmesine sosyal medyada, bu kitapları parlatmakta birbiriyle yarışmasına koca koca insanların), hala e-okuyucuya geçememiş gariban bir okur olarak (kitabın yerini tutmaz ki) keşke şu kitabı da yanıma alsaymışım diye iç geçirdiğim de oldu…

b7f40-truman-capote-1

Ve fakat Jules Renard’ın “Yazmak, sözünüz kesilmeden yapabileceğiniz tek konuşmadır.” sözünü nerede gördüm de not ettim, yazmamışım. Sözümün, dahi herhangi birinin sözünün kesilmesine ifrit olurum. İşte yazmak için bir neden daha!

Truman Capote’nin erken dönem öyküleri basılmış: Ateşteki Güve (Çeviren Melisa Kesmez). Kitabın künyesine baktığımızda, ki buna birçok çeviri kitapta rastlayabilirsiniz, kitabın orijinal isminin The Early Stories of Truman Capote olduğunu görüyoruz. Bizdeyse illa ki fiyakalı bir isim verilir kitaplara. Halbuki ne kadar basit o kadar iyi.

Bu arada, Capote’nin öldüğü gün doğmuşum ben. Onun dünyaya eyvallah çektiği gün ben merhaba demişim.

1d925-tokatci-1100x400

Tatilde evde olunca televizyonla biraz daha fazla haşır neşir oldum. İster istemez. Bazı tuhaf kanallar var televizyonda. Gece gündüz eski Türk filmlerini yayımlayıp duruyorlar. Aynı ya da benzer filmleri üst üste veriyorlar. Uzun aralarla da tuhaf ürünlerin reklamı oluyor: Üç bin yıllık krem, arabanızdaki çizikler için krem (bu ürünü gören kaporta ustaları şok oluyormuş), bal, ayakkabı ve sair. Bu kanalların bazılarında sansür yok. Yani insan gibi izliyorsunuz filmi; küfürüyle, rakısıyla sigarasıyla. Buzlama ya da bipleme olmuyor. Bazı kanallarda ise oluyor. Bana da Kemal Sunal’ın başrolünü Şevket Altuğ’la paylaştığı Tokatçı adlı film denk geldi. Adamlar sittin sene’yi sansürlediler. Yanlış duymadınız, sittin sene’yi sessizlikle sansürlediler. Üç bin değil beş bin yıllık krem lazım bize.

***

Tatilde olunca normalden daha fazla gazete ve gazete eki takip edebildim. 8 Haziran 2017 tarihli Cumhuriyet’ten bir haber: “Dünyanın üçte ikisi sekiz yıl sonra susuz.” Yıllar yıllar önce, ortaokulun bir yaz tatilinde okuduğum Necati Cumalı’nın Susuz Yaz’ı geldi aklıma.

***

Keşke federal bir yapısı olsa ülkenin, yerel yönetimler çok güçlü olsa. Sözgelimi, Bergama’ya yapılacak ve doğanın düzenini alt üst eden madenlerin zehirli işletmelerine izin verip vermeme yetkisi yöre halkında, yani o zehirden en çok etkileneceklerin elinde olsa. Keşke. Demokrasinin ülkemizdeki tek göstergesi olan referandumla bu konulardaki seçim hakkı da yöre halkının olsa. Hayat bayram olsa.

Neden mi? Çünkü yine Cumhuriyet’ten bir haber: “25 Yıllık Bergama çevre mücadelesi, yargı kararıyla taçlandı.” Mahkeme kararıyla altın madeni şirketinin ÇED izinleri iptal edilmiş. Umutsuzluk yaymak istemem ve fakat daha önce de olmuştu bu: Bu ve bunun gibi çokuluslu arsız şirketler, mahkeme kararlarına karşı Bakanlar Kurulu kararlarıyla işlerine devam ettiler. Evet, mahkeme kararlarına rağmen. Şaşırdınız mı? Hayır elbette. Umarım bu defa da böyle olmaz.

Ve tam da yeri, daha önce de önermiştim. Türkiye’deki çevre mücadelesinin öncülerinden olan Bergama köylülerinin haklı mücadelesini Ethem Özgüven’in Alethea (2007) adlı belgeselinden izleyip hatırlayabilirsiniz. Buyrun, buradan yakın.

***

Bergama’dan devam edelim. Pergamon Krallığı’nın, parşömenin başkentinden… Eyüp Eriş Bergama’nın yetiştirdiği önemli bir araştırmacı, öğretmen, tarihçi, gazeteci ve yazardır. Eyüp Hocanın Bergama Belediyesi Kültür Yayınlarınca 2011 yılında yayımlanan “Kermeslerle Bergama’nın Yakın Tarihi” adlı kitabından da doğruladım İletişim Yayınları’nın Edebiyat Takviminin 14 Haziran Çarşamba tarihli yaprağında rastladığımı: “İstanbul Valiliği’nin Bülent Ersoy’a koymuş olduğu sahne yasağı delindi. Ersoy, 50. Bergama Kermesi’nde, ANAP’lı belediye başkanının onur konuğu olarak sahnedeydi.” Bu olay, 1986 yılının Kermesinde gerçeklemiş. İlki 1937 yılında yapılan Bergama Kermesi ise Türkiye’nin en uzun soluklu festivali olarak devam ediyor. 2014 yılındaki Kermese (78. Kermes idi) ben de çok sevdiğim iki yazar abimle/dostumla katılmıştım ve hakikaten büyük onur duymuştum. Belediye Başkanı’nın bize verdiği teşekkür plaketini duvara asmış annem, her gördüğümde gülümsüyorum.

b508b-foto25c4259fraf0145

(Allah Bülent ablamıza da uzun ömür versin. Türkiye’nin en güzel, yetenekli ve eğitimli seslerinden biri o.)

3.Temmuz.17

Yine bir haber görmüştüm tatilde, bundan 15-20 gün önceydi: “Black Mirror hayranlarına müjde!” İlgimi çekti çünkü hayran mıyım bilmiyorum ama sevdiğim bir diziydi, tüm bölümlerini izlemiştim. Müjde şuymuş: Dizi “kısa öykülerden oluşan kitap formatına uyarlanıyor”muş. Demek bir zamanlar “Aşk-ı Memnu’nun kitabı çıkmış” diyen gençlerle dalga geçemeyeceğiz yakında. Müjdeye bak!

Ayrıntı Yayınları iyi bir yayınevi. İşte bu yüzden, yayımladığı “Frankenstein” romanını hemen toplattı ve özür yayımladı. Çünkü aynı romanı İş Bankası Kültür Yayınları için çevirmiş olan Yiğit Yavuz, Ayrıntı baskısındaki çevirinin kendi çevirisine çok benzediğini fark etmişti. Benzerlik dediysek apaçık intihal varmış yahu.

9d067-frankenstein-image

Şurada iyi edebiyat okumaya çalışan birkaç bin kişiyiz. Bu birkaç bin kişi takip ediyor edebiyat dergilerini. İyi edebiyatın, iyi çevirinin peşinde olan işte bu birkaç bin kişi. Lütfen ama lütfen ama lütfen, okuduğunuz çeviri kitaplara dikkat edin. Bu konuda iyi olduğunu düşündüğünüz yayınevinin kitaplarını alın, çevirmenin adını kitabın kapağına koymaya lütfetmeyen yayınevlerini tercih etmeyin. Hele ki künyesinde bile çevirmenin adı olmayan kitapları sakın ola almayın. (Düşünsenize, Don Kişot okuyorsunuz, kitabı aldınız elinize, evirip çeviriyorsunuz ama çevirmenin adı yok. Demek ki Cervantes dirilip bir de Türkçe yazayım demiş kitabı. Okunur mu bu kitap? Mis gibi Roza Hakmen çevirisi varken üstelik?) Çevirinin çalıntı olup olmadığını anlayamasanız da bunu yapabilirsiniz. Riski azaltmış olursunuz. Benden söylemesi.

Ellinci Dünlük oldu bu. Yarım dalya dedik. Yazmadan durmayı becerebilirsem uzuuuun bir ara vermek istiyorum Dünlükler’e. En azından basılı halini görene kadar yazmayıp öyküye daha fazla zaman ayırmak istiyorum. 2015 yılının Temmuz ayında başlamıştım Dünlük yazmaya, tam iki sene olmuş, zamanıdır ara vermenin. Sanki.

Bu da aradan önceki son musiki tavsiyem olsun. Yeni bir grup Yasak Helva. Ve işte karşınızda ilk icraları: Silifke Zeybeği

Yüksek sesle dinleyin, sadece bunu değil her türlü müziği. Sesin bütün kıvrımlarını duyabilmek için şart bu. Hatta kulaklık takarak. Tüm peşrevleri, taksimleri, vokallerin oyunbaz nakaratlarını fark edemezsiniz başka türlü. Başka bir iş yaparken dinlenmez müzik, tüm işlerinizi bırakıp öyle dinleyin… İyi kitaplar okuyun, iyi filmler izleyin. Yoksa allah muhafaza, Hülya Koçyiğit gibi olursunuz.

Hoşça kalın hoş çakallar!

Onur Çalı

Başlık, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nın Kayıp Şairler dizisinden çıkan Kilometre Taşları adlı kitaptan alınmış olup Suphi Taşhan’a ait bir dizedir. Ne yazık ki şair Suphi Taştan yalnızca 39 yıl yaşamıştır.