Borges “Bellek Funes” öyküsünde, gördüğü her şeyi belleğine kaydeden, hiçbir şeyi unutmayan bir adamı anlatır. Öyle bir bellek ki, Funes’e seneler önce yaşadığı bir günü sorsanız anlatması eksiksiz yirmi dört saat sürer. Ama ortada ciddi bir sorun vardır; Funes belleğine kaydettikleri arasında bir bağlantı kuramaz, bunların ilişkilerini düşünemez. Belleğim beyim, bir çöp yığını gibi.[1]

Neyse ki belleğimiz unutarak çalışıyor. Anılar zaman içinde ayıklanıyor, değişime uğruyor. Tabii yaşadıklarımızdan bir kısmını unutmuyor, unuttuğumuz bazı olayları sonradan hatırlıyoruz, ama hatırladıklarımızın ne kadarı kendi yaşadıklarımız, ne kadarı bize anlatılanlardır, orada da tereddüde düşebildiğimiz bulanık bir alan oluşabiliyor.

0000000353559-1

Zaman Hızla Yaşlanıyor Antonio Tabucchi’nin, anılar ve bellek üzerine yazdığı dokuz öyküden oluşuyor. Öykülerin her biri yirminci yüzyılda yaşamış karakterlerin bir ömürlük hikâyeleri. Öyküler, geride kalmış bir hayatın bellekte nasıl yer ettiği, zamansal bir olgu olarak belleğin inşası üzerine düşündüren sorular sorduruyor. Tabucchi bireylerin geçen yüzyıldaki trajik geçmişlerinde yaşadıkları dış dünyanın; onların iç dünyalarını, belleklerini neye zorladığı, nasıl şekillendirdiği, onları nasıl olmaya zorladığını görmeye, göstermeye çalışıyor.

Tarihçi Eric Hobsbawm “Kısa 20. Yüzyıl – Aşırılıklar Çağı” kitabında, geçen yüzyılın ilk yarısını “Felaket Çağı”, 70’lerden sonraki küresel kriz dönemini “Toprak Kayması”, aradaki dönemi de “Altın Çağ” olarak niteliyordu. Avrupa’da liberalizmin çöküşü, faşizmin yükselişi, iki dünya savaşı, Sovyet Sosyalizminin küresel bir güç haline gelişi, sonra çöküşü, kitlesel işsizlik, açlık ve sefaletin korkunç boyutlara varması… Her biri insanların ve toplumların hayatını altüst eden, etkileri hâlâ süren “dış dünyanın” olayları. Kitaba yazdığı önsözde Hobsbawm, kimsenin kendi yaşadığı dönemi yazması gerektiği gibi yazamayacağını söylüyor. Olabildiğince nesnel olmak isteyen tarihçinin kaygısı olmalı bu, çünkü önünde sonunda tarih yazımı da bir kurgudur, o ölçüde de özneldir.

Tarih yazımı açısından bir kusur veya kısıtlama olan kurgusallık, edebiyat için verimli bir alan yaratıyor. Tarih o dönemin nesnel resmini çizmeye, olaylar arasında nedensellik bağı kurmaya çalışırken Antonio Tabucchi, bir çağı bireylerin iç dünyasına yansıyan yanlarıyla anlatıyor.

Zaman Hızla Yaşlanıyor’da Tabucchi, yirminci yüzyılın önemli kırılma noktalarında bireylerin yaşadıkları geçmişe odaklanıyor. Öykü kişilerinin ortak özelliği, aile ya da etnik kökenlerinin, üstünde yaşadıkları ülkede olmamasıdır. Yerinden yurdundan olmuş insanlar geride kalan yirminci yüzyılın enkazı içindeki geçmişlerini düşünürler. Bulundukları yerde kendilerini tam olarak evlerinde hissedemezler, hep bir eğretilik vardır. Ninesi Afrika çöllerinden gelmiş Berberi bir Parisli, doğduğu Peru’dan gelmiş bir İtalyan, artık haritada olmayan bir ülkede doğmuş asker, Yafa’da bir Romen Yahudi’si, New York’ta Macar asker emeklisi, Girit’te kendini manastıra kapatan İtalyan…

antonio-tabucchi
Antonio Tabucchi

Tabucchi’nin öykü kahramanları, geçmişlerinde politik, toplumsal olayların zehirlediği bir hayatın yükünü taşırlar, katlanılması zor bir şimdiki zamandan kaçmaya çalışırlar. Öykülerin odak noktası o somut şimdiki zamandır, oradan geriye bakılır. Ona göre hepimizin “tarihle yozlaşmış bir ilişki”miz vardır. Hemen her öyküde, ana karakterlerin ileri yaşlarında, zihinlerinde örtük kalmış ya da kılık değiştirmiş olan bir geçmiş açığa çıkar. Hayatlarının o noktasında zihinlerinin derinliklerinde bir yerde örtük duran bilgiler, sezgiler (belki vicdan denebilir buna) söz alır. Her biri geçmişin hayaletleri ile yanlış yaşanmış, yanlış yönlendirilmiş hayatlarla, aslında bildikleri ama bilmek istemedikleri gerçeklerle yüz yüze gelirler. O an bir özgürleşme ânıdır; heyhat, zaman hızla yaşlanmaktadır. (Türkiye’nin bugün geçmekte olduğu karanlık dönemde, bireylerin –azıcık sağduyu ile bakıldığında– vicdanlarını sızlatacak olaylar karşısında verdikleri tepkileri veya tepkisizlikleri, bilerek veya çaresizlikten sessiz kalmaları, bunları içlerine sindirmek için sığınılan yalanları, kaçışları vs. düşününce, belki bir zaman sonra zihinlerimizin derinliklerinden çıkıp gelecek hayaletler, benzeri hikâyelere konu olur.)

Bu özgürleşme ânında, mesela ‘düşünülen geçmişlerin’ aslında yanılsamalarla dolu olduğu fark edilir. Birçok durumda hatırladıkları kendilerinin olmayan bir çocukluğa ait, anı olmayan anılardır. “Çember” öyküsündeki kadının kendisinin sandığı anı, ona anlatmış oldukları bir ninenin anısıdır, “küçüklüğünde başkalarının anısını dinlerken hayalinde yarattığı görüntülerdir”. Hiç görmediği bir yüzü nasıl bunca iyi anımsayabiliyordu? Anlaşılır ki bu anılar geriye doğru inşa edilmiştir. Gerçekten yaşanmış çocukluk anılarının ise bir kısmı ayıklanmış, unutulmuştur. Bir vesileyle bunların hayali, gömülmüş bir kuyudan çıkar gibi bellekten çıkar gelir.

“Şıp, Şıpp, Şıpp, Şıppp” başlıklı öyküde ölüm döşeğindeki teyze, yeğenine Mussolini İtalyası’ndaki çocukluğundan hiç de hatırlamadığı olaylar anlatır; teyzenin anlattıkları, yeğenin belleğinden anımsayabildiği kimi anılarla eklemlenerek çıkıp gelmeye başlar.

“Ölüler Sofrada” öyküsü, Berlin sokaklarında dolaşan eski Doğu Alman istihbarat ajanının iç konuşmalarından oluşur. Devlet adına herkesi izlemeyi görev bilmiş, şimdilerde imrenilecek bir hayat yaşadığını düşünen eski ajan, günün sonunda –geçmişte izlediği– B.Brecht’in mezarı başında içini döker. Duvar yıkıldıktan sonra açılan devlet arşivlerinden, kendisinin de sevgili karısı tarafından hem izlendiğini hem de aldatıldığını öğrenmiştir.

“Bükreş Hiç Değişmedi” öyküsünde demansa girmiş, hafızası gidip gelen yaşlı adam, doktorların verdiği ilaçları kullanmayı reddeder. …belleğini ayna gibi parlatmaya çalışırlar, işte esas nokta bu, senin istediğin gibi değil de onların istediği gibi çalıştırmak için. Yafa’daki odasının duvarında Romanya’da eski rejimin devlet ve parti başkanının resmi asılıdır, kendini hâlâ Bükreş’te zannetmekle mutludur.

Zaman Hızla Yaşlanıyor geçen yüzyılda büyüklü küçüklü idealler uğruna mücadelelerle, ihanetlerle, yanılsamalarla geçen hayatları dokuz hüzün dolu öyküyle anlatıyor, 20. yüzyıl üzerine yazılmış bir tarihin verebileceği bilgilerle kavranamayacak insanlık hallerini gösteriyor. W. Benjamin’in –iyi bir deneme için kullandığı– Tekil anın çözümlenmesinde bütünün kristalini keşfetmek[2] dediği yetkinlik Tabucchi’nin öykülerinde derinden hissediliyor.

Murat Gümrükçüoğlu

[1]J.L.Borges, Ficciones içinde, Çev. Fatih Özgüven, Tomris Uyar, İletişim Yayınları, 9.Baskı (2010)

[2]W. Benjamin, Pasajlar. Aktaran Nurdan Gürbilek, Sessizin Payı, s. 14, Metis (2015)