
Mutfak soğuktu.
Ev sahibi olacak kadın yok mu, Allah belasını versin onun. Kaç kere dedim anneme bak burayı alma, dinletemedim. Kadın nasıl allayıp pulladıysa ev demeye bin şahit isteyen tabutu bize sattı. Tabut bile daha sıcak olur bu evden. Hele komşular, her kapımız çaldığında başlarını kapı aralığından uzatıp gelene gidene bakarlar. Pek meraklılar. Kombi de bozuktu, bir dünya uğraştırdı. Ev sahibi çıkmadan önce kombiyi yaptırmamış. Çıkarken üstüne yük yapamazmış, ne de olsa bu ev artık bizimmiş. Şark kurnazlığından başka bir şey değil. Bir de tüm bu olanlardan sonra görgüsüzce yeni ev ziyaretine gelmesi yok mu, deli eder.
Elleri, sıcak suyun altında bulaşık yıkarken buruşmuştu. Deterjanın etkisiyle beyazlaşıyordu. Oysa bir dönem ailenin çitlembiğiydi. Büyük teyzem, “Kalimero” derdi anneme. Çizgi filmde görmüş, siyah bir civcivmiş. Bir gün uyandığımda beyaz bir mendil olacak annem.
Ağrıları başlamıştı. Kolay değil kendinden otuz kilo fazla hastayı çekiştirmek, yatağına yatırmak. Her gece aynı şeyi tekrar etmek. Gitme, gitmek zorunda değilsin deyip sevdiği yemeklerden yapsam. Ay sonundaki borcu sen ödersin o zaman. Param yok ki.
“Üç ayın sonunda rahatlayacağız,”
Soğuklar başladı, ne soğukların ne de üç ayların ardı kesildi.
“Gaz parasını çıkaramazsam nasıl ısınırız?”
Dişimi sıkıyor, ne var ne yok arttırıyordum. Dışarıdaysam, karnım acıkmışsa simit alıyordum. Kalan parayla çay bile içmiyordum. Başlarda çok zorlandım. Karnım acıktığında başım dönüyordu. Bayılmaya yakın oluyordum. Zamanla açlığımı terbiye etmeyi öğrendim.
Kitap okumaktan sıkılıp mutfağa geldiğimde dumanlar içinde bulurdum annemi. Beni gördüğünde eliyle dumanları yok etmeye çalışır, “Bir şey mi oldu?” diyerek bakardı. Bulaşık yıkarken ve mutfakta sigara içerken yanından ayırmadığı radyoyu açar, Zeki Müren çalan kanaldaki şarkılara eşlik ederek bulaşık yıkardı. Radyo açık, tek başıma sigara içiyorum. Üstelik Zeki Müren de çalmıyor.
Akşam olduğunda yorgun bedenini eve sürüklerdi. Dışarıdan bakıldığında yürümeye benzemezdi. Yorgunluktan etlerinin her biri yüzer kilo olurdu. Her adımının devamını getirmek için kendi kendine söylenir dururdu. Yol ağızlarında soluklanır, ağırlaşmış etlerini toplayarak yoluna devam ederdi. Kimi zaman sokakta annemi dinlenir vaziyette görünce, sırtıma almak gelirdi içimden. Sırtıma alıp eve kadar taşımak. Hatta odasına kadar götürüp yatağına yatırmak.
Saçları günden güne canlılığını kaybediyordu. Gençliğinde heves etmiş ama dedem yüzünden boyatamamıştı saçlarını. Kızılı severdi. Karakterini ortaya çıkarırdı. Kabına sığmayan, neşeli. Kırkından sonra saçlarını kızıla boyatmak, geç kaldığını hissettirmemiş, aksine mutlu olmuştu. Saçları kızıldan gittikçe uzaklaşıyordu. Aralarına beyazlar girmeye başlamıştı.
“Saçlarımda çok beyaz var mı?”
Birlikte saçının beyazlarını saymıştık.
“Ne kadar da gencim, seni bile gömerim!”
Sayıyı az bulunca nasıl da gülmüştük.
İnsanın iç sesi kaybolurdu. Kötü bir olay yaşar, bir süre susardı. Anneminse saçlarındaki ses gitmişti. Yaşlılık alametlerinden biri. İpeğe sürtünen makasın neşesi gitmişti. Böyle dediğimi duysa, reklam ağzıyla konuşma derdi. Neymiş hem ipeksi ses?
“Zaten gelmişim kırk yaşıma, gençliğimde etrafımı çevreleyen duman da kalmadı.”
Babamdan ayrılmıştı. Ayrıldıktan sonra, omuzlarına kardeşimle benim yüküm binmişti. Ne yapacağını şaşırmıştı. Ekstra işlerde çalışıyordu. Günlerce göremediğimiz olurdu. Artık yokluğuna alıştık derken, yorgun vücudunu kapıya bırakırdı. Vücudu kapıya değdiğinde çıkan sese de alışmıştık. Geldiğini anlar kapıya koşardık. Kardeşimle omuzlarımıza alır, yatağına götürürdük.
Aklıma babaannem geliyordu. Annem hiç sevmez. Gençlik fotoğraflarında ne kadar da güzeldi. Şimdiyse dizlerine gelen memeler, kırışmış surat, burundan büyük kulaklar, kavanoz dibi gözlük ve erkek çocuğuna benzeyen kısacık saçlar… Kulaklarında sorun vardı, doktorun verdiği cihazı takmayı reddetmişti. Evin içinde gençlik fotoğraflarına bakmamaya çalışarak yürüdüğünü, balkonda sigara içtiğini hayal ediyordum. Dönemin güzeller güzeli, mahallenin delikanlılarını bir gülüşüyle yakan ama peşinde ne kadar talip varsa reddedip dedeme kaçan Gülistan. Babaannem benim. Baş döndüren zamanının sona erdiğini fotoğraflarına bakınca anlıyor mudur?
“Beni keşke sen doğursaydın.” Göğsüne yatmışken böyle demiştim sevgilime.
Aradan zaman geçince bu sözüm için adamakıllı pişman olmuş, anneme ihanet ettiğimi düşünmüştüm. İyi ki her dediğimi duymuyor artık.
Umut Durmuşoğlu