dfc1c-pes

Nenem içeriden bağırıyor; “Vallahi gördüm ben bu çocuğu, ay valla gördüm.” Nene dediğimi duysa kızar. Büyükanne, hiç olmadı anneanne diyeymişim, nene neymiş, o kadar da ihtiyarlamamış. Malum yaşlılık, ölüm korkuları. Yine bağırdı; “Kıyamam, kıyamam!” Birimiz “Ne var, ne oldu?” diyene kadar bağıracak. Babam demez, kırmızı odada PES atıyordur, arkadaşlarıyla onlayn. Yeni keşfetti bu işi. Bilgisayardan kâğıt oynamak mı kalmış bu devirde, teknoloji uçmuş uçmuş, taa Şırnak’taki arkadaşıyla konuşarak oynayabiliyormuş. Sanki Şırnak’ta arkadaşı var. Büyük nimet, kullanmamak olmazmış. Ben kullanırken kırk tane laf olsa da olur tabii. Bin çeşit adam dolanıyormuş, sapığı, trolü. Birinden kaçsam birine yakalanırmışım. O yüzden internete günde bir saat girebilirmişim. Öyle tabii babacım, ne kadar da haklısınız. Pöff!

Annem son ana kadar bekler. Yemek karıştırıyor, bulaşık akıtıyorsa kızgın, odama gelir, “Neden ilgilenmiyorsun büyükannenle?” diye bir de tavır yapar. Büyükanne… Gidip bakayım. Annemin şikayetlenmesini hiç dinleyemem; Biriniz de hayatımı kolaylaştırın, biriniz de inin üstümden, hepinizi ben taşıyorum, yoruldum, benim de canım var, ben de insanım, ölsem de kurtulsam… Sonra ağlamalar, iç çekmeler. Ağlayınca üzülüyorum. O kadar da vahşi değilim herhalde. Çok ağlıyor, çabuk ağlıyor bu aralar. Biraz da babama duyurmak istiyor naçar. Bu kelimeyi geçen gün sevdiğim yazar kullanmıştı. Bilmem buraya oldu mu? Babam en fazla kapıdan başını uzatır, “Hanım iyice sulugöz oldun, sende bir hâller var,” deyip kıskıs güler, PES’ci baba. Anlamıyorum ben güya. Açık etmiyor aklınca. Annem gözüyle dövünce kuyruğu kıstırıp gidiyor. Regl mühim mevzu, bak o konularda konuşmasını hiç istemiyorum annemin. Hâlâ adet oluyormuş da, şimdi istese bir tane daha doğururmuş da, kadınmış o kadınmış, o kendi iki dakikalarına baksaymış. Neredeymiş evlendiği adam. Böğğ kusucam.

“N’oldu nene?”

“Bak edepsize, kaç kere dedim, kaç kere, ne laf anlamaz kızsın!”

“Öfff! Diyeceğin bir şey var mı ya, bak sessize aldım herkesi, seni dinlemeye geldim.”

“Sessiz ne evladım?”

“Boşver annane yaaa, ne oldu anlatcak mısın?”

“Televizyonda bir haber vardı. Vah yavrum, oyy kıyamam sabiye.”

“Annane başından anlatsana, araya dram katmadan.”

Ahretliğini görmeye gittiği günmüş. Hani bize orada gördüğü gevşek gevşek oturan çocuğu anlatmıştı, o gün olmuş. Çok kalabalıkmış Ankaray, anası danası, gelini görümcesi, ihtiyarı genci -abartmaya da bayılır, eee başka?- bir dolu Suriyeli binmiş, sırtlarında siyah siyah çantalar, azıcık da kokuyorlarmış, onların yanına ilişmek istememiş, şimdi bunların iyisi iyiymiş de kötüsü tam hainmiş, biz onlara niye toprağınızı savunmadınız da böyle kaçıp memleketimize doluştunuz mu diyormuşuz -demiyor muymuşuz?- ama onlar da geldikleri ülkenin kültürüne uysalarmış, misafir olduklarını bilselermiş, farz-ı misal -bunu dünkü kompozisyonda yazmıştım, hoca sırf bu kelime yüzünden 10 puan fazla verdim demişti- şu Ankaray’da, görgüsüz gibi hemen niye koltukları dolduruyorlarmış, önce ev sahibi oturur hiç mi bilmiyorlarmış. Bir sürü öğüt, uyarı, akıl vermelerden sonra, oturacak bir bu gevşeğin karşısıyla yanı kalmış. Karşısına oturmuş, ayaklarını toparlamasa azarlayacakmış, aklında ne diyeceğini de kurmuş. Aslında çocuğun günahı yokmuş, dalgınmış sadece. Hemen dertop olmuş. O çalçene herif gelene kadar da ürkek ürkek oturmuş. Rahmetliye benziyormuş oğlan. Rahmetli de gençliğinde üsten üç düğmesini açar, yanık böğrünü… Iyy bu yaşlı kadınların fantezileri bitmiyor, bir yerden konuyu hep rahmetlilere, beyefendilere, kocacıklarına getiriyorlar. Oğlana tam kanı ısınacakken bir de ne görsün, bir bakmış bir daha bakamamış, o utanmış da onların hiç yanakları kızarmamış. Gözü kanlı, dili irinli adam oğlanın bacağına elini koyup bir eliyle de omzuna doğru uzanmasın mı? Şorolo! Evlerden ırak! Oh, my god, grandma!

Tekrar anlattı bütün bunları. Daha ilk gördüğünde bu oğlanın normal olmadığını anlamış. Hiç erkek adamın kaşları öyle muntazam olur muymuş? Kendimden bilmeliymişim. Lafı açılmışken, işinin ehli bir ağdacı bulmuş.

“Ben o işi başka türlü hallediyorum, elin emekçisine şeyimin tüylerini aldıracak değilim nene!”

“Nenen kadar başına taş düşsün. Gözüm görmüyor aç şu haber kanallarını göstereyim sana çocuğu.”

“Biliyorum ben o çocuğu.”

“Gördün mü?”

“Kaç saat oldu, haberleri hâlâ televizyondan öğreneceğini zannediyorsan çok yazık!”

Sen haberi öğrenene kadar bin tane menşınlaştık kankalarla. Heşteg bile hazırladık: #çocuklarkıyıyavurmasın.

Pek tutmadı bizimki. Daha iyisini bulmuşlar: #KıyıyaVuranİnsanlık

“Ay sinirlerimi bozma bacaksız! O çocuğa para vermiştim.”

“Ne parası, hani yanlarına gitmemiştin?”

“Kokulara dayanamıyorum biliyorsun, migrenim tutuyor. Yoksa niye gitmeyeyim. Allah Allah! Bir insan sensin yani!”

“Tamam nene ya, verdiğin para can yeleğine bile yetmemiş işte, ne kadar verdiydin?”

“Git gözüm görmesin seni edepsiz, vallahi tansiyonum fırlayacak, zaten canım yanmış yavrucuğa. Kıyamam, baksana nasıl da uyuyor melek gibi.”

“Ne bağrışıp duruyorsunuz kedi köpek gibi. Bir akşam da sakin kalamaz mısınız siz?”

“Aaa sen onu şımarık kızına söyle şekerim. Bir haber göstereyim, canım yanmış anlatayım da dertleşeyim dedim, etmediğini bırakmadı.”

“Lütfeeen, bir rahat durun, yorgun argın geliyorum, hemen mutfağa koşuyorum, siz burda…”

“Tamam anne ya, bir akşam da söylenme, yemek yapmak istemiyorsan yapmazsın hepsi bu.”

“Ay, ay bayılıcam, Ayhaaan, Ayhaaan al şu kızını başımdan, yapıştın oraya kaç gündür.”

“Canım, canım, ben seni biraz sonra arayayım, müdür çağırıyor.”

“…”

“Ben de sana doyamadım tatlişkom.”

Ebru Askan