a8cf7-120806161453

Mihman’da Akif Kurtuluş, Kürt meselesi etrafında toplumun farklı kesiminden insanların yollarını inandırıcı bir olay örgüsü ve sürükleyici bir kurgu içinde kesiştirerek, muhtemel ve deneyimlenmesi mümkün insanlık halleri koyuyor okurun önüne.

Romanın özetini vermek henüz okumamış olanların okuma keyfini kaçırabilir. Çünkü okur, yazarın satır aralarına yerleştirdiği ipuçlarını sonraki sayfalarda çözerek ilerliyor; bu da olaylar ve kişiler arasında sıkı nedensellik bağı kurarak okuyanın ilgisini sonuna kadar canlı tutuyor.

Mihman’ın anlatısı, iki ana karakterin yanı sıra on üç tamamlayıcı karakterin iç monologlarından oluşuyor; ayrıca bir anlatıcı yok. Bunların hepsine karakter diyebiliriz sanıyorum, çünkü başarıyla verilen içsel çatışmaları, hataları, zaafları, kullandıkları söylem ve davranışları ile her biri okurun zihninde somut bireylere dönüşüyor. Karakterlerin tamamı yaşadıkları tarihsel kesitte rastlayacağımız, ait oldukları toplumsal kesim ya da grubun değerleri ve “jargon”u ile konuşan, bu toplumun ürünü olan insanlar. Özellikle PKK’lı gerillaların ve MİT’çi karakterin kullandıkları dil, özellikle de söylem, ayrıca bir açıklamaya gerek kalmadan onları ete kemiğe büründürmeye yetiyor. Ustalıkla ve özenle kurulmuş söylem, konuşanın yaşam kültürünü, ideolojisini –ne yücelterek ne de aşağılayarak– dolaysız gösteriyor.

İki ana karakterden ilki (romanda Avukat), öğrenciliğinden beri sol siyasetle ilişkisini kesmemiş orta yaşta bir aydın. Özel hayatında edebiyatla, özellikle şiirle haşır neşir. Kadınlarla ilişkisi inişli çıkışlı, bundan ötürü vicdanı rahat değil, sürekli kendini sorguluyor; bazen de bu vicdani sorgulamalardan kaçmaya çalışıyor. İçkiyle arası iyi, “sıkı” içiyor. Futbolun hayatında önemli bir yeri var, Fenerbahçe’li.

İkinci önemli karakter (romanda Müdür) bir MİT’çi. O da spora, özellikle masa tenisine düşkün, Van’da İl Gençlik Spor Müdürlüğü’ne sözleşmeli antrenör olarak girmiş, asıl işi olan istihbaratçılık görevini bununla kamufle ediyor, masa tenisi takımının başında her coğrafyaya girip çıkıyor. Ordu’lu, Orduspor’la yakından ilgileniyor, içkiye düşkün, kadınlarla ilişkisinde tutuk, yalnız yaşıyor, geride kalmış bir gönül yarası var.

Tamamen karşıt taraflarda olmalarına rağmen Avukat’la Müdür’ün –asıl adlarının yalnızca bir harf farkıyla aynı olmasıyla birlikte düşünüldüğünde– ruh halleri, iç bunaltıları (romanda bazen aynı cümlelerle konuşurlar), içkiye düşkünlükleri, mizaha yatkınlıkları ile birbirinin ötekisi (alter ego anlamında) olduğu söylenebilir. Avukat’ın eski arabası ile Müdür’ün kullandığı araba da marka-model-renk olarak aynıdır. PKK o nedenle MİT’çinin yerine yanlışlıkla Avukat’ı kaçırır. Ruh dünyalarında birbirinin ötekisi olan bu iki kişinin gerçek hayatta da karıştırılmış olması klişe bir tabirle –bu ötekilik ilişkisi açısından– epeyce “manidar”.

Onlarca yıldır süren yakıcı bir sorun etrafında kurulmuş olmasının yanı sıra romanda, yaşanmış olaylar, “faili meçhul” cinayetlere kurban giden muhalif insanlar, siyasi nitelikli cenaze törenleri, kimi futbol maçları, hatta maç skorları, olayların geçtiği cadde, sokak ve diğer mekânlar ile güncel ve gerçek hayata ilmekler atılıyor. Romanın kurgusal dünyası, geri plandaki bu gerçek olayların üstüne oturuyor. Böylelikle yazar etnik ayrımcılık, milliyetçilik, savaş, barış gibi kavramları –soyut olarak ifade etmeksizin– hayatın gerçekliği içinden somutlaştırarak görünür hale getirebiliyor.

Mihman’a politik roman denebilir mi, emim değilim. Yayınevi, kitap sırtında lirik bir siyasi polisiye olarak tarif etmiş Mihman’ı. Yazarının esasen şair olması, yer yer lirik bir tat katıyor belki romana ama polisiye nitelemesi yerinde değil bence. Hikâyesinin ve sıkı olay örgüsünün okuru yakalayan yapısına ve eksilmeyen gerilimine rağmen, romanın polisiyeden farklılığı hem yerel hem evrensel boyutu olan güncel bir konuyu ele alış biçiminde. Roman ne bir suçlunun peşinde ne de polisiye anlamda çözülecek bir sır söz konusu.

Roman, yıllardır gözümüzün önünde yaşanan bir toplumsal trajedinin aktörleri olan sıradan insanların, farkında olmadan bu trajedinin yapı taşları haline gelmesinin bir hikâyesi olarak okunabilir. Yazar, Kürt sorununun bugünkü hale gelmesinin nedenlerini, bireylerin gündelik hayatları içindeki ilişkilerinde, yaşananların bireylerin zihnindeki yansımalarında arıyor.

Romanın siyasi olmasına gelince… Edebiyatın temel işlevi, en genel anlamda hayatın bir imgesinin yeniden üretimidir. Buradan bakınca derinlikli bir toplumsal olay olan Kürt meselesini politikaya dokunmadan ele almak mümkün olmasa gerek. Roman türleri arasında kesin sınırlar belirlemek zor ama politik roman esas olarak politik hayatın içinden tanınan karakterler, onların politik eylemleri, görüşleri etrafında gelişir. O nedenle de Mihman’ı salt politik sorunlara da dokunduğu için “politik roman” olarak sınıflamak gerekmiyor bence. Burada, sıradan insanların yaşadıkları dönemin toplumsal, politik durum ve olayları ile etkileşimleri var sadece. Yoksa Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ını da politik roman saymak gerekebilirdi.

Ayrıca, Mihman bize hayatın bir imgesini sunarken, belli bir politikanın ya da ideolojinin söylemiyle, soyut ilke ve sloganlarıyla değil, onu (bu imgeyi) okura belli bir mesafeden, gözümüze sokmadan, nerdeyse dışarıdan gösteriyor. Herkes hayatı kendi ideolojisinin, dünya görüşünün penceresinden görüyor ve anlamlandırıyor. Ama bu ideoloji o bireylere gerçek hayatta açıklayıcı ve tutarlı gözükürken, yazar romanında başarılı bir olay örgüsü ile bunun aslında bir yanılsama olduğunu, bu tutarlılığın gerçekliğin çarpıtılması ile elde edilmiş bir tutarlılık olduğunu gösteriyor.

Sonuç olarak Mihman, Kürt sorunu etrafında yaşanan trajedinin önemli bir nedenine parmak basıyor. Sorun en yalın haliyle iletişim ve diğerkamlık (şimdilerde empati diyorlar) eksikliği. Yaşadıkları gerçeği farklı algılayan insanlar, kendi algılarında hiçbir şüpheye yer vermeyince ortak bir dil, sahici bir barış dili oluşamıyor. Acının, öfkenin, nefretin dilinin hâkim olduğu yerde, insanlar yanıldıklarını fark ettiklerinde artık geri dönmeleri için vakit geçmiş oluyor, “öteki” ile iletişim kurabilmeleri, sahici bir barış dili oluşturabilmeleri zorlaşıyor. Ne diyor emekli istihbaratçı: “Yaklaşıp bir şeyler söylemek geçti içimden. Söyleyeceğim hiçbir şey beni kesmeyecek, her sözüm ona yalan gelecekti.” (s. 205)

Yazının başında, “Mihman’da Akif Kurtuluş, Kürt meselesi etrafında inandırıcı bir olay örgüsü ve sürükleyici bir kurgu ile muhtemel ve deneyimlenmesi mümkün insanlık halleri koyuyor önümüze” demiştim. Bugünkü verili koşullarda bu meselenin çözümü ne kadar muhtemeldir, bu tartışılabilir ama roman, bakış açılarının birazcık değişmesi ile bunun mümkün olduğunu hissettiriyor.

Murat Gümrükçüoğlu